Beşiktaş’ın Yeni Transferi Efe Tahmaz’dan Eurohoops’a: Partizan Dönemi, Sırbistan’da Basketbola Yaklaşım, Kevin Punter ve Diğerleri…

by Doruk Karaca / info@eurohoops.net

A takım kariyerlerini merakla beklediğimiz ve yıllardır Türkiye’de basketbolun geleceği hakkında konuşulurken mutlaka değinilen 2004 jenerasyonu, en önemli sınavlarından birini vermeye hazırlanıyor.

Türkiye, 30 Temmuz tarihinde İzmir’de gerçekleşecek olan FIBA U18 Avrupa Şampiyonası’nın favorileri arasında gösteriliyor. Turnuvada fark yaratması beklenen oyuncuların hatırı sayılır bir kısmı ise, altyapı seviyelerinde pek alışkın olmadığımız şekilde gelişimlerini yurt dışında sürdürüyor.

Sırbistan ve Avrupa basketbolunun önemli ekollerinden Partizan altyapısında oynayan ilk yabancı oyuncu unvanını eline alan Efe Tahmaz için de 2022 yazı oldukça hareketli geçiyor. Şu sıralar Avrupa Şampiyonası hazırlıklarını sürdüren 2004 doğumlu oyuncu, turnuvanın ardından Basketbol Süper Ligi ekiplerinden Beşiktaş ile yeni bir maceraya atılacak.

Tahmaz, eski takımı Beşiktaş formasıyla bu kez A takım seviyesinde mücadele etmek için Türkiye’ye dönecek. 2004 jenerasyonunun potansiyelli oyuncusu ile Sırbistan’daki yaşamı ve Partizan kariyeri, hedefleri, U18 Milli Takımı ve geleceğe dair düşüncelerini konuşmak için bir araya geldik.

Efe öncelikle hoş geldin.

E: Hoş bulduk.

Tabii ki sporla içli dışlı büyümen kimseyi şaşırtmamıştır ama ilk kez ne zaman basketbol topuna dokundun? Basketbola başlama hikayeni anlatır mısın?

E: Annem ve babam eski milli basketbolcular olduğu için bebekliğimden beri basketbol sahalarının içinde büyüdüm. Annem hep spor okulları ve kulüplerin sahalarında antrenman yaptırırken, babam veteran takımlarıyla maçlara çıkarken kenarda topla oynadığımı hatırlıyorum. Profesyonel olarak ise, basketbola 11-12 yaşlarında başladım ve o zaman iş ciddiye bindi.

Anadolu Efes Spor Okulları’nda oynadıktan sonra senin de bahsettiğin ve profesyonel olduğun dönemi Darüşşafaka’da yaşadın ve altyapılarda forma giymeye başladın. Sonrasında ise kiralık olarak Beşiktaş forması giymiştin. Bu kararları almanda neler etkili oldu?

E: Darüşşafaka’dan Beşiktaş’a geçme kararını, oynamak istediğim pozisyonda daha fazla şans bulacağımı düşündüğüm için almıştım. Beşiktaş, beni 1ve 2 numaralarda oynatabileceğini söylemişti. Buna ek olarak annem de o dönem Beşiktaş’ta antrenörlük yaptığı için ulaşımım daha kolay olacaktı. Beşiktaş, benim için her anlamda daha uygun bir yer olarak gözüküyordu. Zaten o dönem Sırbistan gibi bir opsiyon da yoktu önümde. Kariyerime Türkiye’de devam edeceğimi düşünüyordum. Ben de hayatımı ona göre şekillendirmeye çalışıyordum.

Partizan’a transfer olmadan, yani Sırbistan opsiyonu doğmadan önce yazın orada takımla antrenmanlara çıktın ve idmanlardaki performansın, kariyerinin gidişatını tamamen değiştirdi. Partizan, senden önce altyapı kadrolarına yabancı bir oyuncu dahil etmemişti. Antrenmanlara çağrılman ve transfer sürecin nasıl işledi?

E: Bir tanıdığım vasıtasıyla Sırbistan’a gitmiştim. Kendisi de basketbolcu olduğu için ben onun yanındayken Partizan ve Kızılyıldız scoutları beni keşfetti. 1 haftalık deneme antrenmanlarına çağrıldım. İlk etapta 2004 doğumlu oyuncularla yani yaşıtlarımla antrenman yapmıştım ama kalan 6 günü 2001 ve 2002’lilerle geçirdim. Bütün idmanlarımı Sırbistan A Milli Takımı’nda oynamış oyuncular ve kulübün büyükleri gelip izledi. Son günlere geldiğimizde, ailemle de bir toplantı gerçekleştirip beni istediklerini söylediler.

Ben de ailemle konuştum ve kafamızda bir plan hazırladık. Neyi nasıl yapabileceğimizi konuştuk. Transfer dönemim 1 buçuk aya yakın sürdü. Bu süreçte İstanbul’da bekledim, LGS’ye girmiştim ve burada burs alabileceğim liseleri araştırıyordum. Ayrıca ABD de benim için bir opsiyondu ama Sırbistan’dan gelen teklifi geri çevirmeyi hiç istemiyordum. Bu benim için çok büyük bir fırsattı ve teklifi kabul edersem Partizan altyapısında bir ilki gerçekleştirecektim. Böyle bir şansı kimse kaçırmak istemez diye düşünüyorum. Süreç biraz uzun sürse de sonunda Sırbistan’a taşınmaya karar verdim.

Sırbistan’a gittiğinde kendini bambaşka bir ülkenin içinde buldun. Bu yolculuğa annen Funda Tahmaz ile birlikte başlasan da genç yaşta herkesin, özellikle 13 yaşında bir çocuğun kolayca üstesinden gelemeyeceği bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Kararından dönüp yeniden Türkiye’ye taşınmayı aklından geçirdiğin bir dönem oldu mu?

E: Sırbistan’daki ilk senen ve son senenini nasıl kıyaslarsın? Hiçbir zaman dönmeyi düşünmedim. Havaalanında babam ve ablamla vedalaşırken, “Ben oraya gideceğim, hayallerim için büyük bir adım atıp kariyerime güzel bir başlangıç yapacağım. İstediğim yerlere ulaşana kadar pes etmeden Sırbistan’da kalacağım.” cümlelerini kurduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bu hedefe yoğunlaşarak orada kendime bir motivasyon yarattım ve hep ayakta kaldım. Doğrusunu söylemek gerekirse ilk yılım benim için inanılmaz zor geçti. Kültürel olarak bize benziyorlar ancak özellikle Müslüman ve Türk olmak, Sırbistan’daki bazı insanlar tarafından hoş karşılanmıyor.

Bu konuda sıkıntılar da yaşadım. İlk haftalarımda bile şimdiye kadar kimseden duymadığım şeyler benim başıma geldi diyebilirim. Takım arkadaşlarım ve yakın çevrem ile hiçbir sorunum olmadı ama özellikle rakip takımlarda oynayan bazı oyuncular bu durumu bir trash-talk malzemesi olarak kullanıyordu. Partizan’daki ilk senemde Sırbistan şampiyonluğu yaşadım. 13 sene sonra ilk defa Partizan, o yaş grubunda şampiyon olmuştu. Ben de güzel bir final sezonu geçirmiştim. Final sezonu öncesinde, yarı finaller için Niş’e gitmiştik. Orada benim pozisyonumda oynayan bir çocuk önce beni itti, sonra da ‘behind the back’ yapıp şut attı ve şutunu isabete çevirdi. Bir arkadaşı kenarda o anları videoya çekiyormuş. Ben de o beni itince hücum faul almak için kendimi yere atıyordum. Videodan sadece benim yerde olduğum ve onun şutu attığı kısmı ekran görüntüsü alıp paylaşmıştı. Paylaşımında da açıklama olarak “Seni İstanbul’a geri göndermenin vakti geldi.” yazıyordu. Sonraki maç, onun üzerinden 25 sayı atıp ben de kendisini şehrine geri uğurlayan bir mesajla paylaşım yapmıştım.

Son senemde ise Sırbistan artık benim evim gibiydi. Arkadaşlarım, öğretmenlerim, kulüp çalışanları ve kulübün büyükleriyle iyi bir ilişkim ve oturmuş bir düzenim vardı. İstanbul’da yaşadığım herhangi bir dönemden çok daha rahat bir sene geçirmiştim.

Belgrad’da İngilizce konusunda büyük sorunlarla karşılaşılmıyor. Sen oradaki yıllarını yalnızca İngilizce ile mi geçirdin, Sırpça öğrenebildin mi?

E: Sırpça gerçekten çok zor bir dil ve geliştirmek için özel dersler de aldım. Türkçe’ye çok benzetiliyor, tüm ekler bir kelimenin üzerine ekleniyor ve karıştırılabiliyor. Aldığım derslerle beraber artık biri yanımda Sırpça konuştuğunda, söylenenlerin tamamını anlayabiliyordum. Özellikle son senemde artık antrenörler antrenmanlarda benimle sadece Sırpça iletişim kuruyordu. Takım arkadaşlarımla dışarıda konuşurken İngilizce konuşuyordum.

Önceki senelerde ise yardımcı antrenörler ve takım arkadaşlarımın çevirisine fazlasıyla ihtiyaç duyuyordum. Kelimeleri kafamda ne kadar çevirsem de mutlaka boşluklar oluşuyordu. Basit yanlış anlaşılmalar büyük hatalara yol açabiliyor, o şekilde bir maç kaybettiğimizi bile hatırlıyorum. Antrenör bana Sırpça farklı bir şey söylemişti ama adrenalinin de etkisiyle ne dediğini tam olarak anlamamıştım. Tuttuğum oyuncu perdelemeden çıkıp basket atarak maçı kazandırmıştı. Bu tip karışıklıklar olabiliyor.

Bildiğim kadarıyla, Partizan transferinden önceki atletizminle hemen aynı sene kazandığın atletik yeteneklerin arasında büyük bir fark var. Bu ani gelişimi neye bağlıyorsun? Ayrıca oradaki fundamental eğitiminden biraz bahsedebilir misin?

E: Oraya gitmeden önce çemberi bile çekemiyordum, sadece dokunabiliyordum. Darüşşafaka’da oynarken atletizmim yerlerdeydi ve sadece şut atan bir çocuktum. Perdelemeden çıkıp şut atmak dışında herhangi bir özelliğim yoktu. Oradaki son senemde bir hamstring sakatlığı geçirdim ve 1 buçuk ay boyunca oynayamadım. Bu sakatlığın dönüşünde bana bacaklarımı kuvvetlendirmem söylendi. İnsanlar, bacaklarımı kuvvetlendirmezsem sürekli sakatlanmaya devam edebileceğimi, çünkü vücudumun buna çok müsait olduğunu anlattı.

İnce ve uzun olduğum için bu doğruydu. Benim pozisyonumda oynayan daha kuvvetli oyunculara kafa tutabilmek için çok çalışmam gerekiyordu. Beşiktaş’a geçince, hem videolara bakarak hem de idmanlar öncesinde bantlarla çalışarak gelişmeye başladım. Babamın da bu konuda yaptığı testler var, o testlerin yardımıyla nerelerde eksik olduğumu keşfedip onların üzerine düştüm ve biraz daha toparladım. Ancak asıl gelişimim, Partizan’a gittikten sonraki 3 ay birlikte çalıştığım kondisyoner ile oldu. Kondisyonerimiz Ivan, beni inanılmaz iyi çalıştırdı. Dediğim gibi Sırbistan’a gelmeden önce yalnızca çembere dokunabiliyorken, Ivan ile yaklaşık 5 ay çalıştıktan sonra çift elle smaç basabilmeye başladım. Fundamental eğitimine gelecek olursak, her oyuncuya aynı şekilde davranılıyor ve herkese eşit özgüven ve özgürlük veriliyor. Bu da oyuncunun hem saha içi hem de saha dışında kendisini geliştirmesine yardımcı oluyor.

Saha içi eğitimde en dikkatimi çeken şey, yaptırdıkları çalışmaları olabildiğince gerçek maç içi pozisyonlara benzetmeleri olmuştu. Kukada bacak arası yapıp gidip turnike atmıyorduk, mesela pick and roll’de bacak arası yapıp dışarı dribling edip yeniden içeri penetre ederek kendimize pozisyon yaratmaya çalışıyorduk. Gerçek maçlarda nelerle karşılaşacaksak antrenmanlarda da ona hazırlanıyorduk. Tüm driller buna göre uyarlanmıştı. Sırbistan’a gittiğimde bu kadar uzun değildim, o sene boyum 193 cm civarındaydı. O boyuma rağmen beni guard olarak oynattılar.

Yaklaşık 4 buçuk senedir 1’den 4’e kadar bütün pozisyonları oynuyorum. Sabahları uzun fundamentalı, sonrasında kısa fundamentalı çalışıp haltere giriyorum. Her türlü eğitimi veriyorlar oyunculara. Takımdaki en kısa oyuncu bile daha çok uzunların kullandığı post-up fundamentalını öğreniyor.

Sahada oyunun iki yönüne de fazlasıyla etki edebiliyor ve birden fazla pozisyonda oynayabiliyorsun. Profesyonel kariyerinin devamında hangi alanlarda fark yaratan bir oyuncu olacağını düşünüyorsun?

E: 2 numarada ters eşleşmelerle pota altını domine edecek, aynı zamanda pick and pop oynayıp 4 numaraya karşı ayak çabukluğu ve fundamentalımı kullanarak avantaj sağlayabilecek bir oyuncu olacağımı düşünüyorum. 1 numarada oynamak benim için biraz zor. Kısa guardlara karşı top getirmek ve oyun kurmakta zorlanabiliyorum. Boyum 206 cm ve karşıma 192-193’lük bir guard geldiğinde, hele ki iyi bir savunmacıysa topu saklamam çok kolay değil. O anlamda 2 ve 3 numara gerçekten sevdiğim ve kendimi rahat hissettiğim pozisyonlar.

2019’da Jr. NBA kampına davet edildin ve farklı ülkelerden oyuncularla tanıştın. Orada olmak nasıl bir tecrübeydi?

E: Orada NBA yıldızlarıyla tanıştık. Dünyanın her yerinden oyuncularla beraberdim, muhteşem bir atmosfer vardı. Geceleri odalarda sohbet ediyor, müzik dinliyor ve dans ediyorduk. Harika arkadaşlar edindim, çok güzel bir ortamdı. Oradan 24 kişilik bir arkadaş grubum oldu. Hala WhatsApp ve Instagram gruplarımız var. Sürekli iletişim halindeyiz. Sırbistan’a daha geçenlerde oradan bir arkadaşım geldi. Oturup kahve içtik ve sohbet ettik, yani arkadaşlığımız devam ediyor.

En son ABA U19 liginde mücadele ettin. Orada senin gibi ciddi potansiyelli oyuncu sayısı bir hayli fazlaydı. Ligdeki performansını nasıl değerlendirirsin?

E: ABA Ligi’ndeki son turnuvada kendimizi istediğimiz gibi gösterme fırsatı bulamadık. Hepimiz, son oynanan U19 turnuvasında virüs kapmıştık. Son maçta bitime 3 dakika kala sahada yalnızca ben ve bir takım arkadaşım kalmıştık. Zadar’a karşı sadece 2 kişi mücadele etmiştik.

Böyle bir şeye izin veriliyor mu?

E: Normalde verilmemesi ve maçın iptal edilmesi gerekiyordu. Sahaya 5 kişi çıkmıştık. ABA gençler kategorisinin başkanı maçın kesinlikle oynanmasını istemiş. Sonlara doğru 24 saniye boyunca 2 kişi ortalıkta koşturup duruyorduk, çok enteresan anlardı. Takımda sahaya çıkabilen 5 kişiden normalde ilk 5 çıkan tek oyuncu bendim. Diğer herkes virüs kapmıştı, hatta ben de kapmıştım ama ateşim çıkmadığı için maçta oynayabilmiştim. Bağırsak ve mideyle alakalı ilaçlar alıp sahaya çıkmıştım. ABA’nın son turnuvasında hem sağlık hem de performans anlamında hiç güzel anılarım olduğunu söyleyemem.

Kendi jenerasyonunda yurt dışında oynayan tek altyapı oyuncusu sen değilsin. Milli takımlar için sık sık kamplar ve turnuvalarda bir araya geliyorsunuz. Türkiye’de yetişen ve yurt dışında gelişimini sürdüren oyuncular arasında ne gibi farklar gözlemliyorsun?

E: Yurt dışında oynayan tüm arkadaşlarımın fiziksel gelişim konusunda ciddi fark yarattığını görebiliyorum. İspanya, Karadağ ve Makedonya gibi ülkelerde oynayan arkadaşlarımız var. Hepsinin fiziksel gelişimi Türkiye’de oynayan oyunculara göre daha dikkat çekici. Oradaki mantalite tamamen spora yatkın. Halterden çıkıp şut idmanına, oradan çıkıp takım antrenmanına giriliyor. Akşam gerekiyorsa yeniden halterde mobilizasyon yapıyorsun.

Oralardaki rekabetin içinde kalabilmek için kendine iyi bakmak zorundasın. Çok iyi oyunculara karşı uluslararası liglerde oynuyorsun. Tüm rakiplerin, kendi milli takımlarının önemli oyuncuları. Yaklaşan U18 Avrupa Şampiyonası’nda karşıma gelecek oyuncuların çoğu hem İspanya hem de Sırbistan tarafında takım arkadaşlarım. O oyunculara kafa tutabilmek için de hem fiziksel anlamda hem de basketbol anlamında çok çalışmak gerekiyor.

U18 Avrupa Şampiyonası’nda karşılaşmayı sabırsızlıkla beklediğin oyuncular var mı?

E: Arkadaşım Marko Krstic ile karşılaşmayı sabırsızlıkla bekliyorum diyebilirim. Sırbistan’daki ilk 2 senemde karşılıklı mücadele ediyorduk, sonrasında Partizan’a transfer oldu ve bir süredir takım arkadaşımdı. Çok yakın arkadaşız ve aynı pozisyonda oynuyoruz, idmanlarda da birbirimizle eşleşiyoruz. Bize karşı denk gelirlerse Sırbistan maçını dört gözle bekleyeceğim. 2 gün önce milli takım kampına geçip geçmediğimi sordu. “Geçtim, seni bekliyorum. Bütün şutları üzerinden sokacağım, hazırlıklı ol.” diye cevap verdim.

Partizan A takımından profesyonel kontrat teklifi almıştın. Bir basketbol efsanesi olan Zeljko Obradovic takımın başında ve Partizan gelecek sezon EuroLeague’de mücadele edecek. Obradovic ile önceden tanıştığını hatırlıyorum, kontrat teklifinin ardından karar verme sürecinde herhangi bir iletişiminiz oldu mu?

E: Evet, kendisiyle daha önce tanışma ve konuşma fırsatı bulmuştum. Kontrat dönemimde Obradovic ile bire bir iletişim kurma imkanı yakalayamadım. Bursaspor’a kaybedilen EuroCup maçı dönemine denk gelmişti. Bildiğiniz gibi Partizan bu sene EuroCup’ın en pahalı takımıydı ve beklentiler çok yüksekti. Özellikle Zeljko’nun gelişiyle birlikte tek hedef şampiyonluktu. O Bursa maçı kaybedilince, kulüpte de çalkantılı bir süreç yaşanmaya başladı. Bu yüzden koç ile görüşme imkanı bulamadık ama A takım menajerimiz Zoran Savic ile görüştük.

A takımda istendiğim söylendi ama düşünülmesi gereken bazı gerçekler var. Takım EuroLeague’e yükseldi ve ilk senesiyle birlikte o organizasyonda da ciddi başarılar hedeflenecek. Genç oyunculara A takım seviyesinde süre verilebileceğine inanmıyordum ki kendileri de bunu açıkça söylüyordu. Tabii Partizan Avrupa’nın en genç kadrolarından birine sahip ancak altyapıdan yeni çıkan oyuncuları 1-2 seneliğine Sırbistan 1. Ligi’ndeki Dunav takımına gönderdiler.

Yanlış bilmiyorsam sen de o takımla antrenmanlara çıkan oyuncular arasındaydın.

E: Evet, ben de Dunav ile antrenmanlara çıkıyordum. Orada göstereceğim gelişim ve alacağım yolun benim kariyer planlamam ve hedeflerim için yeterli olup olmayacağına karar vermem gerekiyordu. Daha iyi bir teklif gelince de her şeyi bir masaya koyup kararımı verdim.

Bu süreçte başka teklifler de aldın ve profesyonel basketbol kariyerine Beşiktaş’ta devam etmeye, yani Türkiye’ye dönmeye karar verdin. Beşiktaş’ın gelecek sezon genç oyunculara sık sık forma şansı vermesi bekleniyor. Bu kararı vermende neler etkili oldu?

E:  Benim için asıl sebep ve motivasyon kaynağı oynamaktı. Bildiğiniz gibi basketbolda neler yapabileceğinizi sahada, oynayarak gösterebilirsiniz. Kenarda otururken herhangi bir şey göstermek mümkün olmuyor. Süre almak benim için çok önemli bir kriterdi. Avrupa’da da herhangi bir ülkeye gitsem, 1. liglerinde alacağım süreler ve yapacağım işler burada yapabileceklerimden daha tatmin edici olmayacaktı. Burada şu an milli takımda olan arkadaşlarıma da çok güzel fırsatlar tanındı Beşiktaş’ta. Ben de bunu temel alarak Beşiktaş’a gitme kararı aldım. Profesyonel bir ligde süre almak ve sevdiğim işi yapmak istiyorum. Hak ettiğim o süreleri burada alabileceğimi düşünüyorum. Daha önce de Beşiktaş forması giymiştim ve kartal yuvasına dönüyor gibi hissediyorum.

Bu yaz Türkiye’nin 2004 jenerasyonu en büyük sınavlarından birini verecek ve İzmir’de konuştuğumuz gibi U18 Avrupa Şampiyonası’nda mücadele edeceksiniz. Turnuvanın ardından da yeni takımın Beşiktaş ile maceran başlayacak. Kısa ve uzun vadede kendine nasıl hedefler koydun?

E: Milli takım olarak turnuva öncesi ikili temas maçları oynayacağız ve ilk hedefim bu maçlarda güzel performanslar sergilemek. Basketbol bir momentum işi, bu momentumu hem bireysel hem de takım olarak yakaladığınız zaman zirveyi görüyorsunuz. Ben de şu an beni zirve performansıma taşıyacak momentumu yakalamaya çalışıyorum. Önümüzde yaklaşık 1 aylık bir süre var. Turnuva başlamadan birkaç gün önce İzmir’e geçeceğiz, o dönem içinde hedeflediğim momentumu yakalamak en kısa vadeli hedefim. Avrupa Şampiyonası’nda İspanya ile aynı gruptayız. Onları da durdurabileceğimizi düşünüyorum. Dış şutlardan çok ekstrem sayılar yemedikçe İspanya’ya kafa tutabiliriz. Yıllardır birlikte oynadığımız için momentumu yakaladığımızda akıp gidebiliyoruz. Umarım finale doğru yolumuza istediğimiz gibi devam ederiz. Normalde bu yaz fiziksel olarak kuvvetlenmek en büyük bireysel hedeflerimden biriydi. Profesyonel bir lige geliyorum, birçok önemli oyuncuya karşı mücadele edeceğim.

Gerçekten fiziksel bir lig. Fenerbahçe Beko ile Anadolu Efes’in oynadığı BSL final serisine baktığımızda, çok sert mücadele içinde geçen maçlar izledik. Fiziksel olarak kuvvetlenmeyi hedefliyordum. Milli takım kampımız biraz uzun sürüyor tabii. Burada da halter ve fiziksel çalışmaları gayet güzel devam ettiriyoruz ama bireysel olarak planladığım başka şeyler vardı. Bir diyetisyenle çalışıp ayrı bir program uygulamayı düşünüyordum ama bu yaz için o plan şekil değiştirdi. Bu sezon iyi işler başarabilirsem NBA Draftı kafamdaki gelecek hedeflerinden biri. Gerçekten oraya layık bir oyuncu olursam bunu denemeyi isterim. Olmazsa da ileride EuroLeague ve EuroCup gibi organizasyonlarda forma giymek güzel olur.

Gününün büyük bölümünü basketbolla geçiren bir sporcu olarak NBA, EuroLeague gibi organizasyonları yakından takip edebiliyor musun? Sence bir basketbolcunun gelişimi için maç izlemek ne kadar önemli?

E: Maç izlemek, özellikle benim gibi izleyerek öğrenen sporcular için çok önemli. Sahada uygulamak da ayrı bir önem taşıyor ama bir şeyi önce izleyip, kafanda kurgulayıp bunu sahaya yansıtabilmek gerçekten değerli. İzlediklerini sahaya yansıtmak için belli bir yetenek ve fiziksel yeterliliğe sahip olmak da lazım. Ben özellikle NBA ve EuroLeague maçlarına bakarak bu sezon bazı pozisyonlarda mid post oyunlarında kendime bambaşka şeyler kattığımı söyleyebilirim.

Attığım orta mesafe şutların çoğunda Partizan’dan Kevin Punter’ı izlememin etkilerini gördüm. Punter ile sabahları benzer saatlerde idmanlarım oluyordu, böylece bir yandan onun antrenmanlarını izleyerek, yaptığı hareketleri nasıl çalıştığını, topu ne zaman nereye vurduğunu ve kendine nasıl alan yarattığını inceleyerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Kevin Punter’ın sahada yaptığı her şeyi en ince detayına kadar izledim ve bunu kendime uyarlamaya çalıştım, yeni özelliklerimi keşfettim. Ben orta mesafeden bu kadar iyi şutum olduğunu bilmiyordum. Bu sezon o mesafelerden hiç olmadığı kadar fazla sayı buldum.

Kevin Punter’den aldığın ilhamla birlikte en beğendiğin yerli ve yabancı basketbolcuları merak ediyorum.

E: Genç bir oyuncu olarak adını duyurarak NBA’e gitmeyi başarmış Alperen Şengün, kesinlikle en beğendiğim oyunculardan. Furkan Korkmaz’ı da hem fiziksel, hem atletizm hem de şut becerisi anlamında çok beğeniyorum. Kevin Punter, dediğim gibi inanılmaz bir oyuncu. Tam bir “killer”. İdmanlarını da maç temposunda yapıyor ve “Mamba Mentality”e uyan bir basketbolcu. NBA’de Kevin Durant hem fiziksel olarak hem de şut tarzını kendime benzettiğim ve çok beğendiğim bir yıldız. Zach LaVine’in de atletizmine hastayım. İnanılmaz estetik bir oyun tarzı var.

Sence malum smaç yarışmasında kazanmayı Zach LaVine mi daha fazla hak etmişti yoksa Aaron Gordon mı?

E: Kesinlikle Zach LaVine. Aaron Gordon güzel bir smaç bastı ama LaVine alley-oop pası alarak serbest atış çizgisinden bacak arası smaç vurdu. Adam daha ne yapsın? O yarışmadaki genel performanslara baktığımızda da LaVine’in çok önde olduğunu düşünüyorum.

Kendine iyi baktığını ve yediğin yemeklere de ne kadar dikkat ettiğini biliyorum. “Cheat day” yapmak istediğinde aklına ilk hangi yemek geliyor?

E: Cheat day denince de aklıma normal günlerdeki gibi babaanne yemekleri geliyor. İstanbul’daki evim babaannemin yakınında olduğu için onun evine gidip sarma gibi yemekler yemeyi çok seviyorum. Onun dışında etli ekmek ve kokoreç yemeyi severim. Sırbistan’da da kendime izin verdiğimde barbekü soslu tavuklu pizzalara bayılıyordum. Büyük boy pizza söyleyip film izlerken yemek hoşuma gidiyor.

İzlediğin filmlere geçmeden önce müzik zevkin hakkında söyleyeceklerini merak ediyorum. Ne tarz müzik dinlersin, maça çıkmadan önce dinlediğin ve bunu alışkanlık haline getirdiğin şarkılar var mı?

E: Genel olarak hem country, hem klasik müzik hem de heavy metal dinlerim. Moduma göre değişiyor. Araba kullanırken ve yolculuk yaparken genellikle hip hop dinlemeyi seviyorum. Kanye West ve Eminem’i çok severim, Lil Baby de favorilerimden. Old-school da fazlasıyla ilgimi çekiyor. Tupac, Biggie, G-Unit, Wu-Tang Clan… Daha saydıkça sayarım.

Nas hakkında neler düşünüyorsun?

E: Onu da çok severim. Nas, lirikal rap konusunda en üst seviyede gördüğüm isimlerin başında geliyor. Maç öncesinde ise rock ve metal türlerini karışık dinlerim. Metallica’nın biraz daha metale yakın olan, “The Four Horsemen” gibi şarkılarını sıkça dinliyorum. Metalin üzerine yavaş yavaş Nirvana, Led Zeppelin ve Scorpions gibi gruplara geçerim. Maç öncesi totem olarak önce formayı giyip, kulaklıkları takıp Three Days Grace grubunun “Animal I Have Become” şarkısını dinlerim. Üzerine de Nirvana’dan “Heart-Shaped Box” açarak sakin bir moda girip derin nefesler alıyorum, ardından gelen gitar solosuyla hızlandırıp maça çıkıyorum.

Film zevkin nasıl, ne tarz filmler izlemeyi seviyorsun?

E: Tam bir korku filmi manyağıyım. Onun da kalitelisini bulmak zor olduğu için aynı filmleri bin kere izlediğim olmuştur. The Texas Chain Saw Massacre filmlerini ve yakın zamanda çekilen filmini çok seviyorum. Jigsaw serisini de defalarca kez izledim. 13th Friday, Conjuring serisinin 2 ve 3. filmleri de ilgimi çekiyor. Korku filmi olarak önüme ne çıkarsa izlemeye çalışıyorum, bunun yanında gerilim filmleri de izlemeyi severim ama oralarda favorim diyebileceğim pek film yok. Stanley Kubrick’in 1980 yapımı olan The Shining filmini de saymadan geçmemek gerek. The Shining’i söyleyince Doctor Sleep filmini de ekleyip listeyi içim rahat bir şekilde tamamlayabilirim. Hem güzel hem de kaliteli filmler.

Annen Beşiktaş kadın takımında antrenörlük yapmıştı, sen de Partizan’a gitmeden önce Beşiktaş forması giyiyordun. Kulüple ailecek bağınız olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak, Beşiktaş taraftarına vermek istediğin bir mesaj var mı?

E: Kısa ve öz bir şekilde: Yuvaya döndüm.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

Related Post