Russell Westbrook’un 50 Tonu

2017-03-31T13:41:29+00:00 2017-03-31T23:52:24+00:00.

Bugra Uzar

31/Мар/17 13:41

Eurohoops.net

NBA’deki en inanılmaz atlet? Tarihte topu en çok seven oyuncu? Oklahoma’nın triple-double makinesi, her ikisi de olabilir.

by Bill Simmons / Çeviri: Mehmet Bahadır Akgün
Bu yazı ilk olarak 9 Mart 2017 tarihinde The Ringer’da yayınlanmıştır.
Basketboldaki en heyecan verici oyun, her maç bir şekilde beş kez gerçekleşiyor. Russell Westbrook ya ribaund çekiyor ya da geçiş hücumunda ribaund sonrası pası alıyor ve daha sonra da 20-25 metre top sürüp savunmaya meydan okuyan bir turnike bırakıyor. Potaya giden yolda kaç rakibi olabileceği umurunda mı? Pek değil. Westbrook, topu çabuk sürüyor, parkeyi bir jimnastikçinin ‘dönüşlü çifte saltosu’ için ivme kazanışı gibi geçiyor. Tam yarı sahaya geldiğinde, Terminator gözlüklerini geçiriyor gözüne ve kalan tehlikeleri hesaplıyor.
Üç kişi kaldı, potaya en yakın olan, en uzunları. Hmm… Hız modunu aktif hâle getir, ilk ikisini dağıt. Üçüncünün üzerine git. Son anda yön değiştir ve bir an geç kalmış olan potayı koruyan adamdan kaç. Potada sert bitir ve kameramanlara çarpma.
Russ, her şeyi 0,034 saniyede çözüyor, Terminatör’den Tesla’ya dönüşüyor ve bunu yalnızca o yapıyor. Vınn. İlk iki adamı her defasında geçiyor, çünkü o adamlar geriye koşuyorlar ve Russ’ın aksine onlar, insan evladı. Asla bir şansları olmadı. Ama üçüncü adam her zaman daha uzun ve YouTube veya Twitter’da paylaşılan bir posterin kahramanı olmamaya kararlı oluyor. Ya şutu bloklamak istiyor ya da sert bir koruma gibi Russ’a çarpmayı tercih ediyor. Russ’ın kendisini rezil etmesine izin vermeyi hiç istemiyor.
Fakat küçük bir sorun var: Russ, direkt olarak adamın üzerine geliyor. Saatte 120 km hızla.
Üçüncü adam, bunu beklemiyordu. İçgüdüsel olarak, dengesini kaybediyor çünkü bir makine üzerine inecek gibi olduğu zaman normal insanlar böyle yapar. Bu gerçekleştiği zaman da Russ’ın önünde iki seçenek oluyor. Ya savunmacının aksi yöne gidip sağ ya da sol elle fark etmeksizin bitiriyor ya da savunmanın üzerine gidiyor, teması alıyor ve ‘Basket, bir de faul!’ almaya çalışıyor. Her 10 denemenin birinde, Westbrook’un devreleri yanıyor ve yanlışlıkla savunmayı yıkıyor. Diğer dokuz deneme ise, ya bir turnike, ya faul, ya bir üç sayılık isabet ya da Russ’ın bir turnikeyi kaçırması ve sonraki 30 saniye boyunca hakemlerden birine dik dik bakması ile sonuçlanıyor.
Hayatım boyunca, bire üç hızlı hücumları ne zaman isteseler turnike ile bitiren yalnızca dört oyuncu gördüm. Barkley’in gençliği, Derrick Rose’un gençliği, Jordan ve LeBron. Russ’ın hepsiyle ortak bir basketbol DNA’sı var. Barkley, şimdiye kadar gördüklerimiz arasında kaçak bir yük trenine en yakın şeydi. Jordan, ayak hakimiyeti, vücut kontrolü, asılı kalma ve çabuk hızlanma anlamında en iyi kombinasyona sahipti. Aynı zamanda en iyi beyinlerden birisini de taşıyordu. Rose ve Westbrook, şimdiye kadar gördüğüm en hızlı guardlar. LeBron’a gelince, o da yıllardır, Russ’ın daha uzun, daha güçlü ve en az kendisi kadar acımasız versiyonu. (Gerçi bugünlerde o özelliğini depoda tutup yalnızca özel zamanlarda açığa çıkarıyor.)
Bunlara rağmen, sayı atmak konusunda LeBron asla Westbrook kadar doyumsuz olmadı. Genç LeBron, satranç tahtasındaki vezir olmayı arzuluyordu. Magic olmak istiyordu o, Jordan değil. LeBron’un en iyi maçı hep 27 sayı, 12 asist ve 9 ribaund ürettiği, 6 takım arkadaşının çift hanelere ulaştığı maç oldu. Eğer maç başına 35 sayı atmak ve triple-double ortalaması yakalamak istese, bunu yapabilirdi. Bird ve Magic’ten bu yana, gelmiş geçmiş en iyiler arasında sayılabilecek diğer oyunculara nazaran, LeBron rakamları daha az önemsiyor. Yalnızca bir ara, 2012-2013 sezonunun ilk iki ayında %60 ile şut atmak konusunda gerçek bir çaba göstermiş ve daha az riskli şutlar atmayı tercih ettiği zaman izin vermişti rakamların oyununu şekillendirmesine. Nihayetinde, tarzının bu olmadığını fark etti.
Tam tersi Westbrook’ta oldu. Topu Kevin Durant ile paylaşma zorunluluğundan kurtulduktan sonra, Wilt Chamberlain’in 1962’deki oyunundan bu yana, kimsenin kovalamadığı kadar istatistik kovalıyor. Aslına bakılırsa, Wilt bile, topu hiçbir zaman Westbrook kadar sevmedi. İstatistiksel olarak, Westbrook tüm zamanların topu en çok seven oyuncusu. Beş oyuncunun birlikte çalıştığı, topu paylaştığı ve birbirini daha iyi duruma getirdiği basketbolun temel yapısını alıp camdan dışarı attı. Thunder takımına yakıtı o veriyor ve bu durum 1977 Blazers‘ının, 1986 Celtics‘inin, 2005 Suns‘ının ve 2015 Warriors‘ının taban tabana zıttı. Russ, usanmadan, kendi takım arkadaşlarına sahne dekoru gibi davranarak bir tek kişilik gösteri yapıyor.
Diğer yandan, onu izlemek inanılmaz. Şunu bir açıklığa kavuşturayım. Her açıdan, BU WESTBROOK SEZONUNU İZLİYOR OLMAKTAN DELİCESİNE ZEVK ALIYORUM. Yaptığı şeyler, Keanu’nun John Wick 2’de yaptığı her şeyle aynı derecede müthiş, olağanüstü bir kişisel başarı. Russ rakipte ne kadar oyuncu varsa leşini sermeye uğraşıyor ve bu uğurda her şeyi kendi başına yapıyor. Tekrar ediyorum, her şeyi ama her şeyi tek başına yapıyor.
Peki onunla beraber oynamak ister miydiniz?
Sokakta eline basketbol topunu almış herkes, Westbrook’un daha fazla rahatsızlık veren, oyununu daha az telafi eden bir versiyonuyla, yalnızca şut atmak imkansız olduğu zaman pas veren, buna rağmen her defasında diğerlerinden iyi olduğu için kazanmaya devam eden, topu elinden bırakmayan o adamla uğraşmıştır. Sahaya bu adamla aynı anda vardığınızda, size onunla aynı takımda oynamak isteyip istemediğiniz sorusunu yöneltebilir. Peşi sıra, karar verirsiniz: «Eğer kabul edersem, üç saat boyunca sahada kalabilirim. Ama o kadar eğlenceli olmaz.»
Hırslısınızdır, kabul edersiniz. Sonraki iki saatinizi, perde yaparak, ribaund toplayarak ve savunma yaparak geçirirsiniz. Steven Adams siz olursunuz. Kesinlikle iyi bir çalışma yapıyorsunuzdur. Andre Roberson siz olursunuz. Ara sıra size pas atar, çünkü üçlü sıkıştırmanın arasında kalmıştır. O zaman da buz gibi soğukken ve hatta basketbol topunun neye benzediğini bile doğru düzgün hatırlamıyorken boş şut atmanız beklenir. Alex Abrines olursunuz. Bazen kendisini kötü hisseder, topu size verir ve hemen kendi şutunuzu yaratmak istersiniz, çünkü bir daha topun elinize ne zaman geleceğinizi bilmezsiniz. Victor Oladipo olursunuz. Ve bu durum böyle devam eder. Bir noktadan sonra, kenarda sıradaki maçı bekleyen herkesi kontrol etmeye başlarsınız.
Bir beşinciye ihtiyaçları var mı? İşte, bu çocuğu tanıyorum! Onlardan olmak istediğimi işaret etsem mi?
Westbrook’un takım arkadaşları böyle mi hissediyor? Takım arkadaşları, Westbrook’un oyunundan zevk alıyor gibi gözüküyor. Bununla birlikte, daha önce,Stockholm Sendromu yaratan doğal afet etkisi yaratan süper yıldızlar gördük NBA’de. (Bkz. Kobe Bryant) Kevin Durant, Golden State‘e kaçtığı zaman Billy Donovan iki şeyi fark etti. İlki, MJ’in 1988’de yaptığı gibi, Westbrook’un hücumu taşıyabileceği ve ikincisi de OKC’nin en iyi şansının In-N-Out* menüsünün NBA versiyonuyla hizmet vermek olduğu. Yalnızca Russell Westbrook sipariş edebilirsiniz. O kadar. Patates kızartması, içecek ve milkshake’in yanında Westbrook hamburgeri veriyorlar. Westbrook hamburgerinize marul ekletebilir, hamburgerinizi büyük boy alabilirsiniz, nasıl isterseniz. Fakat Westbrook alacağınızı bilin yeter. Başka bir şey istemeyin.
Jordan, 37,1 sayı ortalaması tutturduğu 1987’de topu domine ettiğinde, oynadığı basketbol karakterize bir sokak basketbolu havası veriyordu. Kobe, bir maçta attığı 81 sayının da bulunduğu ve 35,4 sayı ortalaması tutturduğu 2006’da, hücum üçgeni ona hareket ve alan sağlamıştı. Hâl böyleyken, Donovan, her zaman Westbrook’un sanki Ezekiel Elliot’mış gibi baş aşağı gitmesini istiyor. Dolayısıyla, bir ya da iki şutörü köşeye yerleştirerek ve perdelerden bir labirent yaratmak ve hareket hâlinde olmak için Westbrook’un kurnaz takım arkadaşlarından bir ikisini kullanarak, OKC kuşkusuz daha modern bir şekilde alan açıyor. Birçok savunma oyuncusu, Westbrook’un istikrarsız dış şutlarının ona ihanet etmesini umarak bu perdelerin altından geçiyor. Eğer savunma oyuncusu Westbrook’u kovalamaya devam ederse, boyalı bölgeye girmesi riskini almış oluyor. Bu durumda da Westbrook savunmayı üzerine çekiyor ve (bazen) topu dışarıya, bir şutöre çıkarıyor. In-N-Out gibi, basit ama işe yarıyor.
En zeki takımlar, boyalı bölgeye toplanıyor ya da ikinci bir savunmacıyı Westbrook’un üzerine gönderiyor ve böylece Westbrook’un sağduyusunu alt eden hırsını kullanmayı amaçlıyorlar. Eğer bire üç hücum ederse, harika. Eğer Roberson gibi körelmiş bir şutöre pas çıkarırsa, daha bile iyi. Bu arada, Roberson’ın şut saatini indirmek konusunda her zaman bir tehdit teşkil ettiğini belirtmek gerek. Zaman zaman Donovan, Westbrook’un geri çekilerek şut atabilmesi veya boyalı bölgeye girip faul almak adına kollarını sağa sola sallaması için post-up oynamasını istiyor. Bu, şimdiye kadar ortaya konulan hücumlar arasında en cingöz olanı ve Westbrook’un insanüstü gücünü geçiş hücumunda turnike ya da üç sayılık isabet kaydetmek için kullandığınızda, kendisinin 30-35 sayı atmaması neredeyse imkansız hâle geliyor.
Bu noktada «Bir dakika bir dakika, Westbrook maç başına 10 asist ortalaması ile oynuyor. Nasıl oluyor da bencil diyorsunuz adama?» diyorsunuz. Asistler, bir oyuncunun bencil olmadığının göstergesidir, değil mi? Benim tezim ise, topa bencilce hükmetmenin yalnızca her zaman topun elinizde olduğu anlamına geldiği. Değil mi? Maç başına 35 dakika süre alan bir oyuncu için, Westbrook topu domine etmekle kalmıyor, oynadığı her maç ‘Westbrook’un 50 Tonu’ hâlini alıyor.
Mesela salı akşamını ele alalım. Portland, Oklahoma City karşısında 126-121’lik bir galibiyet aldı. Westbrook, 48 dakikanın 36’sında süre aldı, 39 şut kullandı, 16 serbest atışta çizgiye gitti, 58 sayı üretti ve 24 sayının da pasını verdi. Şuradaki (http://dynamic.espn.go.com/blog/statsinfo/post?id=130175) ESPN haberinde, Westbrook kenardayken, Oklahoma’nın 12 sayı fark yediği ve Westbrook sahada değilken şut atmak konusunda sıkıntı yaşayan takım arkadaşlarının ona pek yardım etmediği yazıyor. İmkansız triple-double görevinin yanı sıra, Westbrook için MVP hikayesi de böyle şekilleniyor. Her şeyi o yapıyor. Vasatın altında kalan bir takımı, her gün taşıyor. Yumurta-tavuk olayına benziyor.
Belki de Westbrook her şeyi yapmakta ısrarcı olduğu için takım arkadaşları sıkıntı yaşıyordur. Salı akşamı maçı izledim ve ikinci yarıda notlar aldım. Westbrook, toplam 24 dakikanın 18’inde sahada kaldı, 24 şut atarken 13 kez de serbest atış çizgisine gitti, 2 top kaybı yaptı, dört kez asist yaptı ve tamamı boş şutlardı ve direkt olarak kaçan atışla sonuçlanan üç pas daha verdi. İki kez, Thunder hücumda ondan uzak kaldı ve Oladipo’ya topu verip «ben iyi hissetmiyorum, al bu hücumu sen kullan» seti oynadılar. Oladipo da, her zaman olduğu gibi, topu bir daha ne zaman göreceğini bilmediği için üç saniye içinde şut kullandı. Bir kez, Semaj Christon, Westbrook’un olmadığı bir hızlı hücumda turnike atarken blok yedi. Bir kez, Enes Kanter post-up sırasında top kaybı yaptı. Ve bir kez de Adams, Westbrook’un kaçırdığı bir serbest atış sonrası ribaundu alarak rakibine faul yaptırdı. Gerçi bu durumda topu almış sayılıyor mu? Russ’ın bulunmadığı hücumlar bu kadar işte. Westbrook, oyunda bulunduğu süre içerisinde, OKC’nin 44 hücumunun 39’una tek başına karar verdi.
Ve bir de, kaybettiler.
*
En iyi guard’ınızdan her şeyi yapmasını istemek, hiçbir zaman işe yaramaz. Benim gençliğimde, Oscar Robertson’ın triple-double rekoru ve Tiny Archibald’ın sayı ve asist krallıkları ligin «Vay be!» dedirten rekorları arasındaydı. O sezonlarda, takımlarının galibiyet-mağlubiyet toplamları 79-83 idi. Isiah Thomas, benim çocukluğumda en iyi saf guard’dı, fakat Thomas hücumda dengeyi kurup takım arkadaşlarını da oyunun içine sokana kadar Pistons asla şampiyonluk yarışında söz sahibi olmadı. Takımlarının en iyi oyuncusu olup şampiyonluk kazanan yalnızca üç oyun kurucu var: Thomas, Magic ve Steph Curry.
Playoff yarışı içindeki takımlar, James Harden gibi neredeyse her şeyi yapan veya John Stockton’ın ya da Chris Paul’ün kariyer sezonlarında olduğu gibi kimin, nasıl ve nerede topu alacağına karar veren bir guard’ları varken başarılı olabilirler. Topa tamamen kendinizin yön verdiği modu aktif hâle getirdiğiniz zaman, NBA’de ulaşabileceğiniz seviye aşağı iniyor. Düşünün…
— Basketball-Reference, Jordan’ın kariyerinin en yüksek top kullanma oranına ulaştığı %33,3 dahil olmak üzere, 1978 yılına kadar top kullanma istatistiklerine sahip. Jordan dışında, yalnızca dokuz oyuncu daha %30 seviyesini görebilmiş durumda. (Basketbol tarihinde, takım arkadaşı olarak herkesten önce tercih edeceğiniz, iki Russell sonrası oyuncu Bird ve Magic, sırasıyla 48 ve 202. sırada bulunuyorlar.) 2200 dakikadan fazla süre alarak %36’nın üzerinde top kullanma oranına sahip olan yalnızca altı oyuncu var. 1987’de Jordan %38,3 ile, 2002’de Iverson %37,8 ile, 2006’da Kobe %38,7 ile, 2009’da Wade %36,2 ile, 2015’te Westbrook %38,4 ile ve yine Westbrook, bu sezonki %42,3 ile rekoru da kırarak bu istatistiğe ulaşmış durumda. Hiçbiri 45 galibiyetten fazlasını alamadı veya playofflarda ilk turun ötesine geçemedi.
— Son 50 sezonda, yalnızca dört oyuncu maç başına 24,5 şut ve 10 serbest atış ortalaması tutturdu. 1987’de 27,8-11,5 ile Jordan, 2001’de 25,5/10,1 ve 2006’da 25,3/11,5 ile Iverson, yine 2006’da 27,2/10,2 ile Kobe ve 24,5/10,9 ile Westbrook bu rakamlara ulaşan oyuncular. Yalnıca, 2000-2001 sezonunda, Iverson’ın 56 galibiyet alan Sixers‘ı dikkate değer bir sonuç elde etti. Daha iyi durumdaki Bucks‘ın seriyi kaybetmesi için perde arkasında dönen dolapların ardından, Finallere ulaşmayı başardılar. Şaka yapıyorum. Tabii canım. Özellikle Doğu Konferansı’nda, lig bu kadar derin değildi. Iverson, acayip bir şekilde 42 dakika ortalaması ile oynuyordu ve %35,9’luk top kullanma oranı, Westbrook’un %42,3’lük rekorunun yanında sönük kalıyor. Fakat bu, «tek» başarı hikayesi.
— Her 36 dakikada, 30+ sayı, 25+ şut kullanma ve 10,5+ serbest atış kullanma istatistiklerine sahip yalnızca dört oyuncu var. 1962’de 37,4/29,3/12,6 ve 1963’te 33,9/26,2/10,5 ile Wilt Chamberlain, 1962’de 31,0/26,9/10,7 ile Elgin Baylor, 1987’de 33,4/25,0/10,7 ile Michael Jordan ve 2017’de 33,1/25,3/11,2 ile Westbrook bu ortalamalara ulaşan isimler. 23,9/9,0 ortalamalarını yakaladığı 2006’da Kobe bile bu isimler arasında yerini alamadı. (2006 yılının Kobe’sinin 21. yüzyılda en büyük top bencili olacağını düşünmüştünüz. Bu arada, o yıl MVP oyumu Kobe’den yana kullanmıştım. Kobe, büyük top bencili unvanını devretti.)
— Asist yüzdesi, bir oyuncunun kendi sayıları çıkarılarak takımının yaptığı asistler içindeki asist yüzdesini ifade eder. En kaliteli oyun kurucular, %35 ile %45 civarlarında gezinirler. %50 veya daha fazla asist yüzdesine sahip olup aynı zamanda maç başına 10 sayı ortalaması yakalayan yalnızca altı oyuncu var. Yedi kez ile John Stockton, dört kez olmak ile Steve Nash, üç kez ile Chris Paul, Rajon Rondo, Harden ve Westbrook bu istatistikleri yakalamış oyuncular. %54 rakamına ise yalnızca üç oyuncu erişmeyi başardı. 2009’da %54,5 ile CP3, en yükseği 1991’de %57,5 olmak üzere toplamda dört kez ile John Stockton ve 2017’de %56,0 ile Westbrook bu rakamlara ulaşan isimler. Biliyorum, bu delilik. Bunu aklınızda tutun.
— «The Westbrook» isimli bir istatistik yaratsak ve bu istatistiğe ulaşmak adına top kullanma oranı ve asist yüzdesini toplasaydık, 98,3 ile Westbrook, diğer tüm oyunculara büyük fark atardı. Westbrook’un 85,4’lük 2015 sezonu dışında, yalnızca 2017 model Harden 84,7, 2009’un Chris Paul’ü 82, ardından 2016’nın Westbrook’u 81,2, yine 2016’nın Chris Paul’ü 79,8, daha sonra 2008’de yine Paul 77,9, 2017 model John Wall 77,7, 2009’un Wade’i 76,5 ve son olarak 2010’daki LeBron 75,3 ile ona yaklaşabilen isimler oldu.
Tekrar üzerinden geçmek gerekirse, Westbrook her maçın yaklaşık %75’inde oyunda kalıyor ve oyunda kaldığı sürede bugüne kadar herkesin kullandığından daha fazla şut kullanıyor ve kendi takımının kaydettiği sayılarda bugüne kadar herkesten daha fazla bir asist yüzdesine sahip. Bu iki bilgiyi uç uca ekleyince ve sonrasında top kullanma oranı istatistiğini de bunlara dahil edince, rahatlıkla, Westbrook’un basketbol topunu bugüne kadar kimsenin etmediği kadar domine ettiğini söyleyebiliriz.
*
Tekrar soruyorum, bu gerçekten iyi bir şey mi? 1977’den bu yana, 30+ top kullanma oranına, 25+ asist yüzdesine, maç başına 25+ sayı ortalamasına ve 110+ hücum verimliliğine sahip, zirveye oynayan takımlarda yer alan, bu yılki Harden da dahil olmak üzere toplamda yedi yıldız oyuncu buldum. (Not: Hile yaptım ve LeBron ile Jordan’ın en iyi ikişer sezonlarını listeye ekledim. Çünkü bu adamlar ikişer kez sayılmalı.) Yalnızca, LeBron’un efsanevi 2010 sezonu, Westbrook’un 2017’de yaptıklarına yaklaşabildi.
BİR ŞAMPİYONLUK ADAYIYLA EN ÇOK AKILDA KALAN SEZONLAR
Daha sonra, zirveye oynayan takımlarda bulunmayan oyuncuların 30+ top kullanma oranı, 22+ asist yüzdesi, maç başına 28+ sayı ortalaması ve 111+ hücum verimliliği yakaladıkları, akılda kalan sezonlarını inceledim. Iverson’ın 2002’de yaptığı istatistikler bu kriterlerin dışında kalıyor, fakat onu da bu listeye dahil ettim. 1987 model Jordan dışında, herkesin takımı %50 veya daha fazla galibiyet yüzdesi ile sezonu bitirmiş.
ŞAMPİYONLUK ADAYI OLMAYAN BİR TAKIMLA EN ÇOK AKILDA SEZONLAR
Bu listedeki top kullanma oranlarına ve asist yüzdelerine dikkat edin. Westbrook, Steroid Dönemi Barry Bonds’unun her güç/OBP sıralamasında sivrildiği gibi öne çıkıyor. Yalnızca, kafası büyüklük olarak bir artış göstermedi ve tarzını ya da oyun içinde daha yoğun yaptığı şeyleri değiştirmedi. (Sahada daha fazla şey yapıyor ve dahası Durant de ortalıkta yok.) Hepsi çok mantıklı ve bunların yaşanmasını da bekliyorduk zaten.
Sorun şurada, eğer finallere ulaşmak ya da yaklaşmak istiyorsanız, topu böylesine domine etmenin işe yaraması ihtimali oldukça düşük. Harden’ın kariyer sezonunun da eş zamanlı yaşanıyor olması epey hoş bir durum, çünkü oyunun o tarafında durum tek adamın yaptığı bir gösteri olmaktan çok uzak. Westbrook’tan daha etkili bir şutör ve Westbrook’un .548’lik doğru şut yüzdesine karşılık, .620’lik bir yüzdeye sahip olmasının yanı sıra kendisi «Manu Ginobili 2.0’ı yaratsak ve Chris Mullin’in saha görüşü ile LeBron’un inanılmaz dayanıklılığını bu versiyona eklesek nasıl olurdu?» sorusuna verebileceğimiz tek cevap. Ayrıca, Westbrook’tan daha yaratıcı bir pasör. Bu açıdan, Harden’ı LeBron’un seviyesinde görüyorum. Westbrook’un asistlerinin derlendiği bir videoyu asla izlemezsiniz, ama bunu izlersiniz:

Nash’in daha iyi takım arkadaşları ve aynı koçla yaptığına çok benzer şekilde, Harden etrafındaki herkese en iyi oyunlarını oynatıyor. Birlikte oynadığı oyuncular, Westbrook’un birlikte oynadığı oyunculardan daha iyi. Bununla birlikte, arada çok ciddi bir fark bulunmuyor. zeki bir rol oyuncusu ve dünya çapında bir provokatör olan Patrick Beverley, potayı koruyan ve perde sonrası devrilen Clint Capela, keskin nişancı olarak yeniden doğan Eric Gordon ve Ryan Anderson, bir diğer elit üçlükçü ve serbest atışçı Lou Williams vesaire. Harden da Westbrook gibi topu %70-75 oranında kullanıyor olsa bile, denge daha iyi gözüküyor. Takım, bir basketbol takımına benziyor.
Oklahoma City, Westbrook’un birlikte oynadığı oyunculardan ötürü değil, o oyunculara verilen rollerden ötürü kader mahkumu olmuş durumda. Westbrook’un uşağı olmaktan başka bir işlevleri yok. Üç Taken filmindeki kötü adamların isimlerini, bu adamların isimlerinden daha iyi hatırlarsınız. OKC’deki çok az ismin daha iyiye gittiği söylenebilir, hatta tam tersi Steven Adams, Enes Kanter ve Andre Roberson ya yerlerinde sayıyor ya da daha kötü hâle geliyorlar. Geçen yılın playofflarından sonra, Adams’ın ligdeki en iyi genç pivot olmasını bekliyordum. Bu sezon, övgüler toplayan bir yardımcı role soyundu.
Topun bu şekilde domine edildiği bir oyunda en büyük sorun, nihayetinde herkesin körelmesi. Yardımcı roldeki oyuncular, bir yerden sonra bağımsız düşünmeyi tamamen bırakıyorlar. Öne çıkmaları istendiğinde, «Pekala, yaparım!» aşamasına geçiş yapmak kolay olmuyor. Westbrook’un dinlendiği dakikalarda, OKC hücumunu izlerken şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Domantas Sabonis’in kendi kendine «Post-up oynayıp sıçrayarak ‘hook’ atış yapmak için bu tek şansım.» demesi, ya da Kanter’in bir anda bir alçak post canavarına dönüşmesi veya ne kadar mümkünse Westbrook’un oyununa o kadar alışmış olan Oladipo’nun delicilik sonrası kendi şutunu yaratması sonrası ağzım açık kaldı. Elbette, Westbrook parkede değilken daha kötüler. Westbrook ile birlikte oynamak, anne babaların çocukları için yemekleri ağızlarına kadar getirip ‘Steven Adams, aç bakalım ağzını uçak geliyor.’ demelerine benziyor.
Topun bu şekilde domine edildiği bir oyunda ikinci en büyük sorun ise, topu elinde tutan oyuncunun takım arkadaşlarının onun kadar iyi olmadıklarını bilmesidir. Tekrarlıyorum, Westbrook inanılmaz bir oyuncu. Bu sezon iki kez, hayatımda gördüğüm en iyi «büyük oynayacağım dakikalar geldi» maç sonlarından birkaçıyla canım Celtics‘imi yıktı. Uzun süre boyunca, bire bir basketboldan nefret eden Boston anonsçusu Tommy Heinsohn bile maçı anlatmayı bırakıp Westbrook’un mükemmeliyeti ve asla bitmeyen enerjisine olan hayranlığını anlattı. Westbrook bu anlamda LeBron ile aynı seviyede. Nasıl oluyor da Russ asla yorulmuyor? Terliyor mu bu adam? Hatta yani ter bezi var mı? Uyuyor mu? Bir yerleri kanıyor mu? Bir elektrik kesintisi sırasında Westbrook’a ne olduğunu gören oldu mu hiç?
Gerçek anlamda bunaltıcı bir yeteneğe karşı galip gelebilmek için devasa bir enerji deposuna ihtiyacınız var. Bir ay daha dayanırsa sezonu 32 sayı, 10 ribaund, 10 asist ile bitirme şansı var. (Akıl dışı ribaund rakamlarını bir kenara koyalım, bunları dört hafta içinde, MVP zamanı geldiğinde tartışırız.) Topun yalnızca bir oyuncunun elinde kaldığı basketboldan nefret ederim, fakat daha iyi oynayanı da görmedim. OKC böyle oynayarak zirve yarışında kendine yer bulabilir mi gerçekten? Oladipo’nun takım için gerçek bir ikinci yıldıza dönüşmesine ihtiyaçları var. Gordon ve Anderson seviyesinde, iki keskin nişancı şutöre ihtiyaçları var. Ayrıca Roberson’ın pozisyonunu da dramatik bir şekilde, elit bir üçlükçü/savunmacı ile güçlendirmeleri de gerekiyor. Maç sonlarında, köşede o kaldığı zaman, rakipleri öylesine boş bırakıyor ki sanki kenardan fırlamış gibi gözüküyor. ‘Russ için alan açma’ hücumu işe yarayabilir. Russ, bu kadar iyi bir oyuncu. Fakat eğer takım arkadaşları daha iyi oyuncular olacaksa, bu top kullanma oranını %20 civarında aşağı çekmesi gerekiyor.
Rüya da tam bu noktada bitiyor zaten. Her gece, Westbrook; sayı, asist ve ribaund rakamları yapmak için saha çıkmış gibi görünüyor. Durant’in Bay Area’yı görünce parıldayan gözlerine attığı her sayıyı sokma düşüncesi de cabası. İstatistik peşinde koşma hevesi Westbrook’u onu tamamen ele geçirmiş gibi. All-Star maçında bile, kendini dizginleyemedi. Başka bir şekilde oynayıp oynayamayacağı tam bir muamma. Belki de Russell Westbrook, en başından beri böyleydi.
Bence, aşağıda verdiğim istatistikler; şampiyonluğa ulaşmış, 23 top kullanma oranı ve %25 asist yüzdesi yakalamış, 21 sayının üzerinde bir ortalamaya ulaşmış ve 110 hücum verimliliğine sahip bir oyuncu tarafından, son 40 yıl içinde en iyi sekiz playoff dönemi performansı. Şöyle ki;
ŞAMPİYON BİR TAKIMLA AKILDA KALAN PLAY-OFF PERFORMANSLARI
MJ’in, Riley’in sert Knicks‘ine karşı altı maçlık seri de dahil 1993’teki unutulmaz performansı dışında, top kullanma oranları 23 ile 33 arasında değişiyor. 1991 yılının Jordan’ı her şeyin en iyi ve en verimli karışımını yakalamış. Magic’in 1987’deki performansıyla yarışabilecek başka bir oyuncu düşünemiyorum. Bencil olmamak ve skor verimliliği konusunda en iyi uyum bu. Kimse, Westbrook’un mevcut iş yüküne yaklaşmış değil. Bunların yanı sıra, aşağıda en az 14 playoff maçı oynamış, 26,5 top kullanma oranı ve %29 asist yüzdesi yakalamış, 23,5 sayı ortalaması ve 110 hücum verimliliği tutturmuş fakat şampiyonluğa ulaşamamış oyuncular görülüyor. Aynı zamanda LeBron’un 2015’teki insanlık dışı playoff performansı ve Iverson’ın yarı ikonik, yersiz eleştirilmiş 2001 performansı da listede yer alıyor.
ŞAMPİYON OLAMAYAN BİR TAKIMLA AKILDA KALAN PLAY-OFF PERFORMANSLARI
Hmm. Biraz da sakatlıklar nedeniyle bu hâlini alan, LeBron’un 2015 sezonu performansı, yine kendisinin Cleveland’ın ateşler saçan bir Orlando takımı tarafından saf dışı bırakıldığı 2009 sezonu performansı ve Westbrook’un 2016 performansı, Magic’e en yakın performanslar. Açıkçası, Westbrook, Klay Thompson karşısında belki de 2016 şampiyonluğunu kazanma şansını kıl payı kaçırdı. Fakat bir sorun var, o zaman yanında Durant vardı. Böyle bir şey bir daha olmayacak.
Dolayısıyla, zirveye oynarken Westbrook’un hücumda getirdiği yükü taşıyabilecek bir dış oyuncuya ait herhangi bir şekilde modern bir istatistik yok. OKC’nin olumlu bakabileceği tek yan, daha önce hiç böyle bir NBA sezonu görmemiş olmamız. Bu sezon, iyi üçlük ve serbest atış kullanan Moreyball jenerasyonunun sezonu. Bu sezon, dış oyunculara gereğinden fazla değer veren ve pivotlar ile iyi alçak post oynayan oyunculara gerçek değerlerini vermeyen bir sezon. Artık herkes, deliciliği ile kendi şutunu yaratan oyuncular istiyor. Eğer lige şöyle bir göz atarsanız, yedi süper yıldızın (KD, Russ, LeBron, Harden, Curry, Anthony Davis ve Kawhi) hemen ardından gelen oyuncuların genelde oyun kurucular, şutörler ve çaylak unicornlar olduğunu görürsünüz.
Yeni bir 30 takımlı lig için kadroları baştan kursanız, alınacak ilk pivot muhtemelen 15-20. sıralara kadar yer bulamaz. Bir takıma dahil olabilecek ilk oyuncu da maçın seyrini değiştirebilecek bir oyuncuya daha beş dakika önce dönüşen Nikola Jokic olur muhtemelen. Beyzboldaki steroid patlamasının basketbol versiyonundan bahsettik mi? Yeni sayı/top kullanma/şut istatistiklerinin, eski istatistiklerle herhangi bir ilişkisi olabilir mi? Hatta, dönemleri kıyaslayabilir miyiz hâlen? Topu bu şekilde domine eden bir oyuncu, bunu yaparak NBA şampiyonluğuna ulaşıp tarih yazabilir mi?
İçimden bir ses bunun olmayacağını söylüyor. Bence Westbrook, 32-10-10 ile bitirir, sonsuza kadar Oscar ile akrabalığını kurar ve playoffların ilk turunda yarıştan kopar. Önümüzdeki sezon da böyle olacak. Ondan sonraki sezon da. Kendisi geri çekilene ya da takım arkadaşları seviye atlayana kadar her sezon böyle olacak. Russell Westbrook değişmiyor. Ve yemin ederim, kinaye yapmıyorum. Rastgele, Westbrook volkanının fokurdamaya başlayacağı geceler için League Pass’e paha biçmek dahi zor. Geçen hafta Utah karşısında da böyle oldu. Jazz, galibiyete yelken açmışken, Westbrook «Yok, OLMAZ.» dedi ve OKC öne geçene kadar her defasında sayıyı yaptı. İnanılmaz. Fevkalade. Bu anlamda, Jordan, Kobe seviyesinde, siz kimi söylerseniz artık. Dahası, Westbrook bunu rutine bindirmiş durumda.
Durant ve Westbrook arasındaki tüm dargınlığa ve bu durumun Oklahoma City’ye verdiği tüm hasara rağmen -belki iki tarafa da aynı hasarı vermiştir- eğer NBA’i seviyorsanız bu ayrılık güzel bir sonuç verdi. Durant’in playofflar için mutlu ve sağlıklı biçimde geri döneceğini varsayarsak, onlar bunu kabul etmese bile her iki oyuncu da istediklerini elde etti. Kevin Durant, ciddi anlamda bencil olmayan bir takımda kendisini oyunun iki yönünde de bir süper yıldıza dönüştürebileceği, başka bir seviyede oynanan bir basketbol olduğuna inanıyordu. Russell Westbrook ise Kevin Durant’e ihtiyacı olmadığına inanıyordu. İkisi de haklı çıktı.
İstatistikler yazının yazıldığı tarih itibariyle günceldir.