T.J. Cline’ın Kaleminden: “Hedefim, Kendi Adımı Duyurmak”

28/Tem/17 12:00 Temmuz 28, 2017

Bugra Uzar

28/Tem/17 12:00

Eurohoops.net

Galatasaray Odeabank’ın yeni transferi T.J. Cline’ın bir üniversite oyuncusuyken hedeflerini, hayallerini, Michael Jordan’ını da içeren anılarını ve gelişmek için yaptığı çalışmaları yazdı. Eurohoops Fırın sizler için çevirdi.

by T.J. Cline / Çeviri: Anıl Can Sedef

Bu yazı ilk olarak The Players’ Tribune’da 29 Kasım 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

“Tembellik etme! Toparlan!”

Geçtiğimiz yaz Richmond Üniversitesi’ndeki son yılım başlamadan önce hayatımda iki büyük değişiklik yapmak istiyordum. Birincisi daha iyi bir forma girmek ve yeme alışkanlıklarımı düzeltmekti. İkinci ise top kullanma becerilerimi ve şutumu geliştirmekti.

“Devam et! Zorla!”

Ne şanslıyım ki Sacramento Kings‘de yardımcı koçluk yapan birisi beni çalıştırmayı teklif etti. Gerçek bir NBA koçuyla, gerçek bir NBA salonunda teke tek çalışma fırsatı buldum. Virginia’da oynayan bir üniversite oyuncusuydum, bu teklifi reddetme lüksüm yoktu.

“Hadi T.J.! Dikkatini ver!”

Sacramento ve evimin olduğu Dallas’ın yakınlarında yaptığım çalışmalar boyunca sabah 5.30’da uyanıp 6’da kahvaltımı yaptım, 6.15’te salona doğru yola çıktım ve 7’de antrenman için hazırdım.

Şutumun şekline, ne kadar top sürdüğüme, koşu hızıma dikkat etmediğim her anda koç bana deliler gibi bağırıyordu.

“T.J.! Daha fazla ZORLA!”

Koçum bunlardan birini her söylediğinde ellerim dizlerimde, çenemden ter sızarken ona bitik bir ifadeyle baktım ve şöyle dedim:

Zaten zorluyorum.”

Koçun bana verdiği tepkiyi gördüğümde çenemi açmamam gerektiğini anlamıştım.

“Peki. Çizgiye. Sprint atacaksın.”

Bu sahne pek çok kez yaşandı. Ve her seferinde aynı şeyi söyleyerek karşılık verdi:

Anne! Of! Neyi yanlış yapıyorum söyle işte!”

Ah, evet bundan bahsetmem gerekirdi: Annem, Nancy Lieberman. Kendisi Hall of Fame bir basketbolcu, koç ve benim için bir antrenör.

Ancak parkede annemin sahip olmadığı tek özellik anaçlık. Ona göre ben NBA’de bir yer bulmak için didinen herhangi bir çocuktan farklı değilim ki ben de böyle görülmek istiyorum.

Daha küçükken annem basketbolda çok, çok iyi olduğu için oyunum üzerinde çalışmam gerekmediğini düşünürdüm. Onun becerilerinin büyülü bir biçimde bana transfer olacağını sanırdım.

Tabii ki işler o şekilde yürümedi.

O günden bugüne çok olgunlaştım. Hedeflerimi biliyorum: Richmond’ı bu yıl NCAA’in final turnuvasına taşımak, sonra da NBA’e gitmek istiyorum. Ve bu hayallere ulaşmak için neler gerektiğini bilen bir kişi varsa, o da annemdir.

Peki, aslında sahada talimatlar verdiği zaman annemi hiç dinlemiyor sayılmam ama çocukluğumda oyunum üzerinde daha çok zaman harcayabilir, daha çok çalışabilirdim.

Basketbolda bir geleceğim olabileceğimi lisedeki üçüncü yılımın sonunda, dördüncü yıla başlarken düşünmeye başladım. Neredeyse her gün salona gidip çalışıyordum, boyum 8 cm daha uzayınca 2.03 olmuştum. Son yılımda okul takımına girip 17 sayı, 8 ribaunt ve 2 asist ortalamaları yaptım, ayrıca Plano West High’ın bulunduğu bölgede yılın en iyi hücum oyuncusu seçildim.

İyi bir sezon geçirmiştim ama yalnızca bir yıl lisede basketbol oynamıştım, dolayısıyla Division I’daki üniversite ekiplerinden pek teklif alamadım. Hava Harp Okulu bana büyük ilgi gösteren tek takım oldu.

Evet, Hava Harp Okulu bir basketbol devi değildi. Basketbolda bir güç olmaya yakın bile değildi. Ama bir seçenekti. Ve ben de sonraki dört yılı okulun bulunduğu Colorado’da geçirmeye hazırdım. Mayıs ayının sonlarında bir gün Facebook’tan bir mesaj alana kadar.

Facebook’ta rastgele birinden mesaj alınca nasıl olur siz de bilirsiniz. Ya virüstür ya biri sizi başka biriyle karıştırıyordur ya da garip bir durum söz konusudur. Sayfama girip Mike Farrelly adında bir adamın bana bir mesaj gönderdiğini gördüğümde verdiğim tek tepki şu oldu: Mike Farrelly kim lan?

Sonra mesajın girişini okudum.

“Merhaba T.J., ben Niagara Üniversitesi’nden Koç Farrelly. Biliyorum…

Tık.

“…beni tanımıyorsun ama ben kendimi sana tanıtmak istiyorum. Niagara’daki teknik ekip olarak senin elden ele dolaşan maç kasetlerini izledik ve seninle görüşmek istiyoruz.”

Bir ya da iki hafta içinde resmi bir ziyaret için Lewiston, New York’a giderken buldum kendimi.

Plano, Texas’tan gelen bir insan olarak Niagara hakkında bildiğim tek şey yakınlarda devasa bir şelale olduğuydu. Ancak oraya gidince anladım ki hakkında kimsenin bir şey bilmediği harika bir basketbol programları da vardı. Haziran ayının sonunda, onlarla anlaşmıştım.

İlk yılımda ilk dokuz maçımın yalnızca üçünü kazanabildik. Ama konferans maçlarıyla beraber 10 maçlık bir galibiyet serisi yakaladık. Sezon bittiğinde MAAC’ın normal sezon şampiyonuyduk. Hem de programın tarihinde yalnızca üçüncü kez. Konferans şampiyonluk maçını Iona’ya kaybetsek de ulusal turnuvaya davetiye almayı başardık ki bizim gibi bir program için çok büyük bir başarıydı bu.

Başarımız kolej basketbolu dünyasında haber oldu. Davetiyeyi almamızdan bir iki hafta sonra takım arkadaşlarım ve ben yurtta NBA 2K oynuyorduk ve bir arkadaş panik halde bağırmaya başladı:

“Oooooof, bu ne be!”

Telefonuna baktığımızda bir tweet gördük. Koçumuz Joe Mihalich, Hofstra’da görev almak üzere Niagara’dan ayrılıyordu.

Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Koç Mihalich hepimiz için bir baba gibiydi. Onun ayrılığını düşünmek, hele de böyle heyecan verici bir sezondan sonra, bizim için dünya üzerinde olabilecek en kötü şeydi.

Birkaç gün sonraki takım toplantımızda Koç haberleri doğruladı.

Bu ayrılık içimizden bazılarının Büyük Göç diye adlandırdığı süreci başlattı: O sezonun ardından Ameen Tanskley, Juan’ya Green ve ben de transfer olduk. Sonraki sezon altı oyuncu daha ayrıldı.

Yeni bir okul ararken bir seçim yapmak zorunda kalacağımı biliyordum. Ama yaptığım birkaç ziyaretten sonra yeni evimin neresi olmasını istediğim konusunda bir fikrim vardı. Bir karara varmam çok sürmedi.