Nigel Hayes-Davis ile Özel Röportaj: EuroLeague Rekoru, Tarihi Gecenin Öncesi ve Sonrası, Yaşadığı Hisler ve Daha Fazlası

2024-04-01T20:53:25+00:00 2024-04-01T20:53:25+00:00.

Bilal Baran Yardımcı

01/Nis/24 20:53

Eurohoops.net

Nigel Hayes-Davis, EuroLeague rekorunu kırdığı efsanevi gecenin ardından Eurohoops’a özel bir röportaj verdi.

by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net

Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın!

Fenerbahçe Beko’nun yıldızı Nigel Hayes-Davis, geçtiğimiz cuma gecesi büyülü bir gece yaşadı. “50 sayı” ile rekor kıran Nigel, EuroLeague tarihine adını yazdırırken izleyen herkese de muhteşem bir deneyim yaşattı.

Eurohoops Türkiye olarak böylesine önemli bir başarının ardından yıldız oyuncuya ulaştık. “O” geceyi uzun uzun konuştuğumuz özel röportajımız huzurlarınızda.

Eurohoops: EuroLeague’de tek maçta atılan en çok sayı rekorunun sahibi Nigel Hayes-Davis bugün yanımızda. Nigel, ilk olarak nasılsın?

Nigel Hayes-Davis: Çok iyiyim. Şu anda seyahat ediyorum. Herkes basketbolu çok önemser, ben seyahat zamanlarımı önemsiyorum. İki günüm boş, çok heyecanlıyım. Dün ve bugün daha önce gitmediğim yerlere gittim. Anlayacağın üzere her şey muhteşem.

EH: Senin için, hepimiz için büyüleyici olan o geceden beri iki gün geçti. Bu iki gün nasıldı? Hislerini, yaptıklarını bana anlatabilir misin?

Nigel: Güzeldi. Sezon başında sayı rekorunu kırma hedefini kendime koymuştum. Ne zaman yapacağımı ben de bilmiyordum fakat başarabildiğim için çok mutluyum. Evimizde yapmam da iyi oldu. Taraftarlar da oradaydı, bayıldılar. Takım arkadaşlarım da çok heyecanlıydı. Dediğim gibi, bu daha çok bir takım sayı rekoruydu çünkü sahada bana hep pas attılar, beni bulmaya çalıştılar. Hele sonda Papagiannis… Ben top oyuna sokulacakken üç kişi tarafından savunuluyordum, onun yarı sahanın orada durup bana topu geri vermeyi akıl etmesi… 50. sayı benim olduğu kadar Georgios’un da sayısı. Muhteşemdi. Ek olarak pek çok insan bana ulaştı, tebrik etti. EuroLeague için de iyi olduğunu düşünüyorum. EuroLeague’de tek maçta atılan en yüksek sayı 50, NBA’dekinin yarısı. Bu durum insanların EuroLeague’de sayı atmanın ne kadar zor olduğunu görmesi için çok iyi. Ben her yoruma bakamıyorum fakat bazen insanların yorumlarını görüyorum, herkes “50 sayı mı? En yüksek sayı bu mu?” diyor. Evet, en yüksek sayı bu. Ne kadar yüksek olduğu konusunda fikriniz yok. Bir de şunu söyleyeyim: Tüm maçı oynasaydım 60-70 sayı atardım. Haberiniz olsun, 29 dakikada 50 sayı attım. Son iki dakika boyunca beni üç kişi savundu. Eğer akışı devam ettirip sağlam bir 35 dakika oynasaydım rahatlıkla 60 atabilirdim. Ama 50 de iyi, bununla yetineceğim.”

EH: Maç biraz daha yakın olsaydı 60-70’e gidebilirdi. Son pozisyonda Papagiannis’ten bahsettin. Ben pozisyonu izlerken yarı saha ihlali olacak diye çok korktum. Sen de öyle hissettin mi?

Nigel: %100 yarı saha ihlaliydi. Haliyle milyon kere izledim, şimdi söylemek istiyorum. Maç bittiği gibi söylemek istememiştim ama hakem üçlüsünün nerede yaşadığını öğrenirsem onlara bir hediye kutusu yollayacağım. Çünkü o pozisyon %100 yarı saha ihlaliydi. Onlara borçluyum. Benimle birlikte anılması gereken dört insan var: Georgios ve üç hakem. Pozisyon net yarı saha ihlaliydi. Bilerek mi yaptılar yoksa salondaki çoğu insan gibi anın mahkumu olup tarihe tanıklık etmek için heyecanlandılar mı bilmiyorum. İki türlü de ben mutluyum. Yarı saha ihlali çalınmadığı için çok sevindim çünkü açık konuşalım, aksi durumda hakemler İstanbul’dan rahat ayrılamazdı (gülüyor).

EH: O durumda herhalde faul yaparak topu geri alırdınız diye düşünüyorum?

Nigel: Neler olurdu kim bilir… Bazen insanlar “Eğer öyle olmasaydı ne düşünürdün” diye sorular sorarlar. Kanye’nin de dediği gibi, “Hiçbir zaman bilemeyeceğiz.”.

EH: Maç sonu röportajında “Dejounte Murray maçı” tabirini kullandın. Bunu sanırım denediğin şut sayısı açısında söyledin, değil mi? Dejounte bir gece önce 44 şut denemişti.

Nigel: Şut açısından söylemiştim, 44 şut kullanacaktım. Daha da öncesi var, sabah şut antrenmanından önce Sertaç’la konuştuk. Bana “Dejounte’yi gördün mü?” diye sordu. “Evet, bu gece ben de aynısını yapacağım” dedim. “Gerçekten mi?” oldu. Sonra maçın hemen öncesine saralım… Her zaman arkadaşlarıma maç öncesi yazamıyorum fakat son iki yazdığımda karşılığını verdim. Valencia maçından önce yazmıştım ve “Beyler, ısınma bugün harika geçti, bu gece bir şeyler yapabiliriz” demiştim. Sonra maç çok ama çok iyi geçti. O gün takım rekorunu kırdık. Bir sonraki yazışım cuma günkü maçtan önceydi. “Beyler, Dejounte Murray, yükleniyor…” dedim. O sözümün anlamı şut denemelerinden ibaretti. Kaç sayı atacağımı bilmiyordum. Sadece aklımdan atabileceğim kadar şut atmayı geçiriyordum. Bir de şu anda Rusya’da Enisey forması giyen arkadaşım Xavier’e mesaj attım. Maçtan önce bana “Keyif al” diye mesaj attı. Ben de “Bugün olağanüstü bir deneyim yaşamaya çalışacağım” dedim. O da cevap olarak “Tamam, çılgın bir şey yapma, sadece oyununu oyna” dedi. Ben ise “Hayır, yaşayacağım. Şut atmam lazım” dedim. Bazı şutlar “Napıyorsun lan?” havası verdi. Sanırım tahmin ettim, bilemiyorum.

EH: Ben de bunu soracaktım. O gün “bugün EuroLeague rekorunu kıracağım” diye mi uyanmıştın? Sanırım öyle, söylediğin her şey buna çıkıyor.

Nigel: Aslında tam değil. Şimdi “sayı rekorunu kıracağımı biliyordum” diyerek yalan söylemeyeceğim. Ben daha çok her şeye hazırdım. Motivasyonla alakalı. EuroLeague normal sezonunda hedeflerimi gerçekleştirmek, istediklerimi yapmak için üç maçım kalmıştı. Bir mesaj vermek için üç maçım kaldığını biliyordum. Ben de mesaj vermeye çalıştım. Dejounte 44 şut attığında bazı istatistikler çıktı, en son 40’tan fazla şut deneyen oyuncular Kobe, Westbrook ve oydu. “Oraya benim ismimi de ekleyin” diye düşündüm. Ve sadece 27 şut kullandım. 17 şut daha deneseydim 75-80 falan atabilirdim.

EH: Sezon başında kendine hedef olarak EuroLeague sayı rekorunu kırmayı koyduğunu söyledin. Bu sezon kendine koyduğun başka hedefler var mı? Onları başarabildin mi, ya da sezonun geri kalanında başarma ihtimalin var mı?

Nigel: Evet, başarabilirim. Hedefler hala geçerli. Üzerini çizene kadar ben ve telefonum arasında. Sonra insanlara söyleyebilirim. Sayı rekoru koyduğum hedeflerden biriydi. Daha çok Instagram gönderimde yazdığımla alakalı: Bir miras bırakmak, ismimi kazımak. Barcelona’da geçirdiğim sezondan sonra geçen yıl sana Avrupa’nın saygısını tekrar kazanmak istediğimi söylemiştim. Barcelona’da gördükleri kişi ben değildim. Bunu başardım. Bu sezon ise yeteneklerime dair hiçbir şüphe bırakmamak istedim. Saygı kazanmak gitti, Avrupa’da çok iyi bir oyuncu olarak değil, Avrupa’nın en iyi oyuncularından biri olarak anılmak istedim. Bu yüzden bu rekor çok önemli çünkü insanlar genelde… Şu şekilde anlatayım: Basketbol insanları, hayranları ve yazarları en çok önemi sayı atmaya veriyor, en çok krediyi en çok sayı atanlara veriyor. Daha önce kimse 50 sayı atmadı, Nigel attı. Bunu başarma isteğimin arkasında yatan motivasyon bu. Tekrar kırılır, kırılmaz önemli değil, bütün rekorlar kırılmak için var. Fakat bir daha kimse EuroLeague’de 50 sayı atan ilk oyuncu olamayacak, o unvan benim. Arkada yatan motivasyon buydu.

EH: Senin ismini MVP konuşmalarında hiç görmüyorum. Sence olmalı mı? Veya gelecek sezon için hedeflerinden biri bu mu?

Nigel: Sakatlığım beni o tartışmanın dışına itti. Söyleyebileceğim bu. Mike James bana mesaj attı, sohbet ediyorduk. Beni tebrik etti, ben de ona “Minnettarım, MVP’den bunun gelmesi büyük anlam ifade ediyor” dedim. Herkes Mike James’in MVP olacağını düşünüyor, ki çok da hak ediyor. Beni geride tutan şey performansım değil, Partizan maçından sonra sakatlığım sebebiyle kaçırdığım maçlar ve döndüğümde ritmimi yakalamaya çalıştığım iki maç. O dört-beş maçta istatistik yapamadım, radardan uzaklaştım. Bu tarz ödüllerde önemli olan daha çok son zamanlarda ne yaptığın oluyor. Kimse sezon boyunca yaptıklarını önemsemiyor. Olay daha çok “Bu oyuncu son zamanlarda bayıldığım ne yaptı, öne çıkacak ne yaptı?” oluyor. Oynayamadığım ve ritim bulmaya çalıştığım o beş-altı maçlık bölüm tartışmalarda yer almamı engellemiş olabilir. Fakat sorun yok. Amerikalı biri olarak şu an sana sorsam… 2002’de kim MVP oldu? Bilmiyorsun. 2003’te kim MVP oldu? Bilmiyorsun. 1989’da MVP kim oldu? Bir düşünürsün. 2012’de kim oldu? Yine düşünürsün. Peki bir NBA maçında en çok sayıyı kim attı? Wilt Chamberlain. Kendimi kanıtlamam ve bir miras, bir iz bırakmam açısından önemliydi. Umarım -biraz da bencilce- sonsuza kadar böyle gider: EuroLeague’de tek maçta atılmış en çok sayı 50, atan benim. Bu yüzden sorun yok, her şeye sahip olamazsın. Ben yine de her şeye sahip olmak istiyorum. Fakat hep söylerim, bireysel ödüllerden çok takım başarısını düşünürüm. Yine de ikisini de alırım.

EH: İstatistik kağıdında 50 sayı – 0 asist vardı. Saras Jasikevicius da maç sonundaki röportajda bu konuda şaka yaptı, gülerek “Nigel ile konuşacağım” dedi. Maçtan sonra soyunma odasında bunu konuştunuz mu?

Nigel: Yok, sadece şakaydı. Ufak bir mizah yaptı. Tabii ki sıfır asistim vardı. İnsanlara hep söylerim: İlk olarak ben pas vereyim diye para almıyorum. Takımımızda pas vermek için tam anlamıyla Avrupa tarihinin en iyi oyun kurucusu var. Pas vermek onun işi. Aynı zamanda pas verilmesi için başka oyun kurucularımız da var. Benim işim pas vermek değil. Hiç unutmuyorum, Zalgiris‘teyken Saras bir set çizmişti. Ben bir şeyler yaptım ve pas verdim. Molada “Pası gördüm” tarzı bir şey söylemiştim. O da “Nigel, asla senin pas verdiğin bir set çizmeyeceğim” demişti. Bunu hiç unutmadım. Saras muhtemelen hatırlamıyor fakat ben hatırlıyorum. Benim görevim pas vermek değildi. Dediğim gibi, o gece olay tamamen şut atmaktı, kendimi bencil bir oyuncu olarak görmesem de pas atmak değildi. İyi bir takım oyununu severim fakat o gece özelinde şutu öncelediğim bir maçtı diyebiliriz.

EH: Maç içinde rekoru kıracağını ne zaman anladın?

Nigel: İkinci şutumda.

EH: İkinci şutunda mı… 30. saniyede yani?

Nigel: Evet, topu aldım ve— İlk set bana çizilmemişti. Hatta ilk seti oynamadık bile. Seti oynamak istemediğimden değil. Oyun benim topu alıp Nick’e vermemle başlıyordu. Fakat beni kim savunuyordu hatırlamıyorum, baskı yapmaya başladı. Ben de “Ne yapıyorsun? Neden baskı yapıyorsun?” diye düşündüm. Koşmaya başladım ve turnikeyi attım. Sonrasında “Tamam Nigel, 44 şut atmak istediğini söylemiştin, maçın ilk altı saniyesinde ilk şutunu kullandın” dedim. Sonra top kaybettiler. Hızlı hücumda bir üçlük… Böylece yaklaşık 30 saniyede iki şut denedim ve ikisi de girdi. “Hadi bakalım, zaman geldi” diye düşündüm. Sonra Nick köşede beni buldu ve onu da soktum. “Oh, iyiyiz, bugün bir şeyler yapıyoruz” diye aklımdan geçirdim. İlk çeyrekte 18 sayı, inanılmaz… İkinci çeyrekte sadece bir dakika oynadım ve sadece bir şut denedim. Dürüst olmam gerekirse 60 sayı atabilirdim.

EH: Belki bir dahaki sefere…

Nigel: Avrupa’da bunu yapmak ne kadar zor biliyor musun… Bir dahaki sefere (gülüyor). Göreceğiz. Ama evet, ikinci şuttan sonra bir şeyler yapacağımı anladım. Devre arasında 21 sayım vardı. Soyunma odasına giderken İlker’e (medya sorumlusu) “Fenerbahçe formasıyla bir oyuncunun sayı rekoru kaç?” diye sordum. Dürüst olmam gerekirse ilk olarak EuroLeague rekorunu düşünmemiştim. Fener‘in rekorunu düşündüm çünkü garip gelebilir ama bence 49 sayı, 41 sayıdan çok çok daha fazla. Değil gibi gözüküyor ama öyle. Bu yüzden sordum. “Tamam, 21 attım. Şut atmaya devam edeceğim. İkinci yarıda geleceğim. İkinci çeyreği kaçırdım, bunu telafi etmem gerekiyor” dedim. İlker bana modern dönemde Fenerbahçe rekorunun Nando (De Colo) tarafından 39 olduğunu söyledi, genelde ise 41’miş sanırım, kimdi hatırlamıyorum. “Bana 42 gerekiyor” diye düşündüm. Geri döndüğümüzde Saras’a da söyledim. İkinci yarıya başlarken “Rekor bilmem ne, o rekoru kıracağım” dedim. Bana döndü ve “Ne diyorsun lan?” der gibi baktı. Saras da her koç gibi, bize sürekli söylüyor, takımı için en çok kimin sayı attığı önemli değil, sadece kazanmak istiyor. Motley’nin gecesi olsun, Scottie’nin gecesi olsun, Yam’ın gecesi olsun, Tyler’ın gecesi olsun, kimin olursa olsun… Kimin gecesi olursa olsun kazandığımız sürece sorun yok. Kimin en çok sayı attığı onun için önemli değil. Bir sonraki molada bana “Doğru basketbol oynadığından emin ol” dedi. Ben de “Ne zaman doğru basketbol oynamıyorum ki?” dedim. “Araya birkaç penetre sıkıştır” dedi. Bir sonraki pozisyonda üçlük attım ve girdi (gülüyor). Sonra dönüp Saras’a baktım. Ona “42 atacağım, sonra beni kenara alabilirsin” dedim. 42 sayıya ulaştım ve faul yapmaya gittim çünkü dediğim gibi, ulaşmam gereken nokta 42 olarak düşünüyordum. Oraya geldiğimde rakibe faul yapmaya gittim, “Güzel, başardım” diye düşündüm. Kenara gelirken İlker bana doğru geldi ve “Nigel, bana çok kızacaksın” dedi. “Neden” diye sordum. “EuroLeague rekoru 49 sayı ile Shane Larkin’de” dedi. Sonra arkamı döndüm, arkamı döndüğüm anda ağır çekimde hakem masasının arkasındaki tribünde herkesin ayakta “altı” işareti yaparak bana seslendiğini gördüm. İlker bana bir taraftarın aşağıya koşarak “Nigel’ı geri oyuna sokun, altı sayı gerekiyor” dediğini söyledi. Sonra bütün salon “altı” diye bağırmaya başladı. Sonra Saras’a baktım, yanına gittim. “Hey, EuroLeague rekoru 49, üç-dört dakika kaldı, başarabilirim” dedim. “Oyuna girmek mi istiyorsun?” dedi. Ben de “Kafayı mı yedin? Girmek istiyor muymuşum. Tabii ki.” dedim. Gülüştük. Sonra Tarık kenara geldi. O da sorun etmedi, az önce benim yerime girmişti. Hemen oyundan tekrar çıkması gerekti. Sahaya girdim ve… Avrupa’da attığım en zor altı sayıydı. Rakip durumun farkındaydı. Rakip takım olarak birinin size karşı rekor gecesi yaşamasını istemezsiniz. Rekor kırılması gibi şeylerin karşı tarafta başınıza geldiği takım ya da oyuncu olmak istemezsiniz. Bu yüzden savunmaları da ayrı bir seviyeye çıktı. İkili sıkıştırmalara, adam değiştirmelere gittiler. Sonra daha da zorlaştı çünkü herkes topu bana getirmeye çalışıyordu, bu yüzden diğer oyuncuları savunmamaya başladılar. Hand-off’un etrafında dolaştım, bir üçlük soktum ve Georgios’a faul çaldılar. “Bunu çaldığınıza inanamıyorum” diye düşündüm. Fakat dediğim gibi, yarı saha ihlali pozisyonunda bunu telafi ettiler. Rekora ulaşamayacağımı düşünüp korktuğum bir an daha oldu. Hep oyundan çıkıp rekor kırmak için geri döndüğünde kıramayacağını düşünürüm çünkü basketbol tanrıları bunun için sizi ödüllendirmez gibi geliyor. Oyuna geri girdiğimde teknik faulden doğan atışı kaçırdım. Bütün ay serbest atış kaçırmamıştım, orada kaçırdım ve “S*ktir, rekoru kıramayacağım” diye düşündüm. Scottie’ye “Yapamayacağım dostum, serbest atış kaçırdığıma inanamıyorum” dedim. Bir tane daha kaçırdım ve “Aman Tanrım, eğer rekoru bu iki serbest atış yüzünden kaçırırsam camdan atlayacağım” diye düşündüm. Sonra bedavadan iki turnike attım. Amerika’da biz buna “cherry-pick” diyoruz, Avrupa’da terim ne bilmiyorum.

EH: Son üç-dört dakikada wide receiver (Amerikan futbolunda topu yakalayan oyuncular) gibiydin, sürekli sahanın öbür tarafında topu bekledin.

Nigel: Evet, evet, evet. Çünkü en kolay yol buydu. Sonra Scottie çok akıllı bir şey yaptı. Topu çaldı ve çaldığı anda bana tam saha göğüs pası attı. Muhteşem bir farkındalık örneği gösterdi. Yam Madar ve Şehmus… Şehmus bana “Nigel, yarı sahada bekle, topu çalacağım” dedi. Bunu havalı gözükmek ya da takım arkadaşlarımı sevdiğimi vurgulamak için demiyorum, cidden takım ödülü gibiydi. Şehmus da Yam da “Nigel, topu çalacağız, koşmaya hazır ol” dedi. Nasıl savunma yaptıklarını bir izleyin… 40 sayı öndeyiz ve onlar tam saha baskı yapıp topu çalmaya çalışıyorlardı, ki sonrasında bana pas verebilsinler. Dediğim gibi, tam bir takım eforuydu. Üçlük attım, sanırım o üçlükle 48’e ulaştım. Molada iş daha da komikleşti. İnsanlara o perspektifi anlatmak gerekirse… Saras “Tamam Nigel, hangi seti oynayacağız?” dedi. Herkes konuşuyordu ve Saras gülmeye başladı. “Bir çaresini bulun” dedi ve kalkıp uzağa gitti. Hepimiz oturup ne oynayacağımızı konuşmaya başladık. Herkes ortaya “şunu oynayalım, şunu oynayalım” diye fikir atıyordu. Scottie “Bu oyun hangisi?” diye sordu, “Scottie, bilmiyorum, bilmiyorum” diye cevapladım. Yam bir set çizmeye çalıştı, eninde sonunda setlerden birini oynadık. Çıkıp üçlük attım ve Koumadje’nin üstünden yolladım. Aklımdan “Eğer bunu bloklarsa…” diye geçirdim. Topu yakaladığım anda gireceğini anladım. Steph’in yaptığı gibi arkamı dönmem gerekiyordu. Sonra Yam ya da Şehmus topu bize kazandıran top çalmayı yaptı. Onlar da rekora yardımcı olmak için oynuyordu. İyi gözükmek için söylemiyorum, dürüst oluyorum, tam anlamıyla bir takım performansıydı. 50 sayıya ulaşmam için yaptıkları… Onlar topu geri kazanmasa bunu başaramazdım. 40 sayı öndeydik ve Şehmus sanki 20 sayı gerideymişiz gibi baskı yapıyordu. Topu çaldı, yeniden izlenmesi için mola alındı. Herkes “Nigel, topu sen almalısın, eğer başkası topu alırsa faul yapacaklar” dedi. Sonra sahaya çıktık ve önümde Berlin’den üç oyuncu vardı. “Aman Tanrım, asla topu alamayacağım” diye düşündüm. Georgios’a selam olsun… Maçtan sonra bana sakatlanmış gibi yaptığını söyledi. Böylece savunmacısı Georgios’un orada durmasına izin verdi. Top ona geldiği anda harekete geçti ve ben de koşmaya başladım. Avrupa’da attığım en zor iki sayıydı. Yalan söylemiyorum. Zihnimde sana söylediğim gibi ağır çekimde gidiyordum. Sezonun ilerleyişinde artık oyunun benim için iyice yavaşladığı bir noktadayım. O an ise gerçekten ağır çekimdi. Topu sürmeye başladım, “Nigel, bu son şansın” diye düşündüm. Sonra boyalı alana baktım, “Uzunlar da boyalı alanda…” diye aklımdan geçirdim. Normalde hiç euro-step de yapmam. Fakat her maç öncesinde o hareketi çalışıyordum.

EH: Sana bunu soracaktım… “Euro” rekoru için euro-step yapmak… Bilerek miydi bu?

Nigel: Sağlam değil mi? “Euro” rekoru için euro-step yapmak… Sağlam.

EH: Sağlam bir söz, sağlam bir söz…

Nigel: Çok iyi, çok iyi, çok iyi. Bütün sayılarımın olduğu videoyu paylaşırken açıklamaya bunu koyabilirim. “Euro” rekoru için euro-step yapmak… Sağlam bir söz. O hareketi yaptım ve yaptıktan sonra sağ elim iç taraftayken turnikeyi attım. Topu izledim, sağ tarafta iki kez sektiğini gördüm. “Aman Tanrım, aman Tanrım” diye düşündüm. Eğer biri topa o an değseydi onu havaya kaldırıp yere yığardım. Avrupa’daki çember üzerinde topa dokunabilme kuralından nefret ediyorum, hiç sevmiyorum. Aklıma ilk gelen düşünce “Eğer biri bunu çember üzerinde çelerse ona RKO çekeceğim” oldu. Top iki kere sekti ve “Of bu turnikeyi kaçırırsam…” diye düşündüm. Açıklamada yazdığım gibi, o anı tarif etmem çok zor. Bir hedefiniz olduğunda ve onu başardığınızda yaşadığınız an… Gerçek dışı bir an. Bir video var, bulmaya çalışıp sana atacağım. Bir rapçi var, ne tarz müzik yapıyor bilmiyorum, belki afro’dur, belki hip-hop’tur… Konser veriyor ve sahneye çıkıyor. Bütün kalabalık onun şarkısını söylüyor. Videonun açıklamasına “Yıllardır bu anı bekliyordu” yazıyor. Yüz ifadesinde onu görebiliyorsunuz. Bende de aynı yüz ifadesi oldu. Sayıyı attıktan sonra yüzümde bir ifade var… İstediğim anı yaşıyorum ve tarif etmek çok zor. Bir hayalinizin gerçek olması çok ama çok güzel bir his. Çünkü başardıktan sonra geçip gidiyor. Bu yüzden hep “yürüyüşten keyif alın” diyorum. Eğlenceli kısım o yürüyüş kısmı. Hedefe vardığınızda her şey bitiyor. O an sahadaydım ve kafamı kaldırdım, sayı tabelasına baktım ve 50’yi gördüm. “Wow Nigel, başardın, tam olarak bunu istiyordun ve başardın” diye düşündüm. Fantastik bir andı, gurur duyuyorum.

EH: “Asıl ödül yolculuktur” sanırım.

Nigel: Evet, çünkü hedefe vardığınızda olay bitiyor.

EH: Kutlamalarda en çok neyden keyif aldın? Pek çok insanın tweet attığını gördüm. Vincent Poirier “Benim 50 sayı atmam beş maç sürüyor” yazmış. Çok komikti. Senin favori anın neydi?

Nigel: Takım arkadaşlarımla birlikte olmak… Nick arkama zıpladı ve beni kilide aldı. Başka şansım yoktu. Nick yere düşmemi istiyordu ki üzerime çullanabilsinler. Ben de bunu istedim. Ama Nick enseme öyle bir kitlendi ki neredeyse bayılıyordum. UFC’deki boğma hareketleri gibiydi. Bana bakın göreceksiniz, düşmüyorum. “Tamam Nick, sen kazandın” deyip yere yatıyorum ki çocuklar üzerime çullanabilsin. Takımla kutlamak güzeldi, sonra da geri sayımı yapmak… Ben ilk kez bunu yaptım. Taraftarlarla bunu deneyimelemek çok çok güzeldi. Dediğim gibi tribünlere selam olsun çünkü İlker’in yanında taraftarlar da altı sayı gerektiğini bana söyledi. Sonra da koça seslenmeye başladılar. Bütün salon beni oyuna almalarını söyledi. Bunun farkında olduklarını bilmiyorum, salonun bu konudaki bilinci de çok güzel. Bu yüzden “Bizim adamımız bunu başarabilir, geri oyunu sokun, 40 sayı önemli değil, oyuna sokun, bizim oyuncumuzun rekoru kırmasını istiyoruz” diye düşünen taraftarlara selam olsun. Bunu yapmaları güzeldi. Sosyal medyadan gelen sevgi harikaydı. Bunların hepsi Avrupa’da kazanmak istediğim saygıya dönüyor, bunu kazandım. NBA’den oyuncular bile… Eski Fenerli Bogdanovic de bana mesaj attı. Onunla Sacramento’dayken tanışmıştım, birbirimizi tanıyorduk. Bana ulaştı ve tebrik etti. Ufak bir sohbetimiz oldu. Geceye ilham olan kişi Dejounte Murray de yorum yaptı. Eski okul arkadaşım Marlon, Dejounte ile arkadaş. Dejounte’ye “Benim dostum bugünkü rekorun ilham kaynağının sen olduğunu söyledi” demiş. Bunu yapması güzeldi. Fakat favorilerimden biri Klay’in bana selam yollaması oldu. Geçmişte onunla birlikte çalıştığımız iki yaz harikaydı. Bir keresinde ona “6. Maç Klay’i’ lakabı, bütün bu çılgın performanslar hakkında ne düşünüyorsun? Sahadayken aklından neler geçiyor?” diye sormuştum. Çok sakin konuşuyor, “Evet, Nigel, dostum, bilirsin, düşünmüyorum bile dostum. Topu yakalıyorum, omuzlarımı doğru ayarlarsam, bileğimi döndürürsem giriyor dostum” dedi. Ben de “Gerçekten mi? Bu kadar mı?” dedim. Klişeler klişedir çünkü gerçeklerdir. İnsanların deneyimleriyle birlikte hayat bunların doğru olduğunu kanıtlar. “Okyanusa atıyormuş gibi” dediklerinde gerçekten de bunu tarif etmek için en iyi yol bu. Birkaç şut kaçırsam da aslında kaçırmadım. Kafamda sadece “başka bir denemeydi, kaçırmadım, sadece denemeydi” şeklinde geçiyordu. “Tamam, şimdi bir sonraki şuta ne kadar hızlı geçebilirim” diye düşündüm. Kaçırdım ya da attım, önemli değildi. Garip bir his. O hissi yaşamak çok güzel. O akışa kapıldığın anlardan birinde olmak… Klay’e “6. Maç Klay’i’ mantalitesindeydim” dedim. Herkes neler hissettiğimi sordu. Klay’in Chicago’ya 14 üçlük attığı gece gibiydi, en iyi tanım bu. Dört beş yıl önce Chicago’da 14 şut atmıştı. Steph ve Kevin Durant’in boş şutlardan feragat edip topu ona vermesi tıpkı benim takım arkadaşlarımın yaptığı gibiydi. Bomboş oldukları, yakınlarında kimsenin olmadığı çok an oldu. Herkes beni bulmaya çalıştı. Scottie hızlı hücumlarda, Şehmus ve Yam sürekli “Buraya gel,” dedi. Herkes bana topu nasıl ulaştırabileceğini düşündü. En çok keyif aldığım an gibiydi, oynarken en çok çocuk gibi hissettiğim andı. “Elim sende” oyunu gibiydi. O oyunu oynarken koşar ve arkadaşlarınıza yakalanmamaya çalışırsınız. Bu durumda yakalanmamak=beni durdurmaya çalışmalarıydı. Kaçmaya ve sayı atmak için elimden ne geliyorsa yapmaya çalıştım. Gerçekten de bir oyun oynuyormuş gibiydim. Basketbol da bir oyun, farkındayım fakat bu gerçekten bir oyun gibi hissettirdi. Basketbol sahasında “elim sende” oynuyordum. Koşuyorum, pas atıyorum, perdelerden çıkıyorum, koşuyorum, depar atıyorum, topu almak ve şut atmak için elimden ne geliyorsa yapıyorum. Bunu en saf şekilde hissettim. Bir rekor gecesinde olması da cuk oturuyor.

EH: Basketbol tanrılarını tek başına yenemezsin. Bu yüzden takım arkadaşlarının yardımı çok önemli olmuş, sana katılıyorum.

Nigel: Kesinlikle. Olabilecek en samimi yerden söylüyorum, bu bir takım ödülüydü, takım başarısıydı. Takım arkadaşlarım olmadan yapamazdım. Maçın başında daha çok oyunun akışındaydı. “Nigel sayı atıyor, Nigel atıyor” noktasındaydı. Sonra sayılar artmaya başladı ve herkesin düşüncesi “Nigel iyi bir maç oynuyor”dan “Hass*ktir, Nigel tarih yazmak üzere”ye geçti. Herkes “Takım arkadaşımızın rekoru kırmasına yardı etmeliyiz” diye düşündü. 35’i geçtiğimde herkes bir şeyler olacağını anladı, olmasından emin olmak istedi. Bu çok güzeldi çünkü insanlar hep takım sporlarının en güzel yanının arkadaşlarınla beraber olmak olduğunu söyler. Bu tarz anlarda bunu anlıyorsunuz. Takım arkadaşlarımızla yaşadığımız an… Herkes sanki rekoru kendisi kırmış gibi mutluydu. Herkes benim için, takım için seviniyordu. Herkes sanki şampiyon olmuşuz gibi kutluyordu, çok güzel bir andı.

EH: Bu arada maç topunu aldın mı?

Nigel: Tabii ki. Maç topunu, formamı ve resmi istatistik kağıtlarını aldım. Onların hepsi çerçevelenecek dostum, emin olabilirsin.

EH: Rekoru kırarken Shane’i geride bıraktın, bir de üçlük rekoru var. Maç sonu röportajında Shane’in takip etmek için harika bir isim olduğunu söyledin. Üçlük rekoru konusunda da meşaleyi de Shane’dan alabileceğini düşünüyor musun?

Nigel: Dürüst olmam gerekirse bu isim Markus Howard olur. O çok üçlük deniyor. Çok fazla atıyor ve iyi de sokabiliyor.

EH: Onun için “üçlük çizgisinin Dejounte Murray’si” diyebiliriz.

Nigel: Kesinlikle. Korkmadan atıyor. Eğer bahis alacak olsam paramı ona yatırırdım. Fakat benim de başarabileceğimi düşünüyorum. Charlie’ye (antrenörü) buradayken söylemiştim. Skorerlik konusunda konuşuyorduk ve ona bahsetmiştim. Mike James de geçenlerde bunun hakkında konuşuyordu: Burada olmak için gereken özgüvenin olmasaydı burada olamazdın. Charlie’yle konuşurken ona “Avrupa’da beni kimse skorerler arasında göstermiyor fakat kimsenin benim kadar alev alabileceğini düşünmüyorum” demiştim. Çünkü ben her şekilde sayı atabiliyorum. Birebir oynayabiliyorum, sabit şut atabiliyorum, hareketli atabiliyorum, hızlı hücumda atabiliyorum, sırtı dönük oynayabiliyorum, topsuz kat yapabiliyorum, orta mesafede floater’ım var. Her şekilde sayı atabiliyorum. Charlie’ye bunu insanlara göstermek için doğru anı beklediğimi söylemiştim. Bu kadar kısa süreceğini bilmiyorum. Charlie gittikten kısa süre sonra bunu gösterdim. Hep sahada alev alabilme özelliğim olduğuna inanmıştım. Bu yüzden o rekoru da kırabilir miyim? Evet, kırabileceğime inanıyorum. Kesinlikle kırabilirim. Ne kadar yaklaştığımı gördüm. Dediğim gibi, sadece 29 dakika oynadım. Başarabilecek yeteneğim olduğuna kesinlikle inanıyorum fakat eğer rekoru kıracak birini seçecek olsaydım Markus Howard’ı söylerdim.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

EuroLeague gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!