Steve Francis Anlatıyor: “Basketbol Her Şeyimdi, Depresyondan Yardımla Çıkabildim”

21/Oca/22 10:08 Ocak 21, 2022

Mehmet Bahadır Akgün

21/Oca/22 10:08

Eurohoops.net
HOUSTON - 2000: Steve Francis #3 of the Houston Rockets drives during a game played circa 2000 at the Compaq Center in Houston, Texas. NOTE TO USER: User expressly acknowledges and agrees that, by downloading and/or using this Photograph, user is consenting to the terms and conditions of the Getty Images License Agreement. Mandatory Copyright Notice: Copyright 2000 NBAE (Photo by Bill Baptist/NBAE via Getty Images)

Steve Francis, kaosun ve uyuşturucunun eksik olmadığı çocukluk günlerinden kariyerinin sonlarında yaşadığı ve depresyonla boğuştuğu karanlık dönemlere ilham verici bir hikaye anlatıyor! Eurohoops Çeviri ise bu hikayeye elçi oluyor.

by Steve Francis / Çeviri: Bahadır Akgün / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 20 Aralık 2021 tarihinde The Players Tribune‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

2016’da depresyona girmiştim.

Yüksek sesle ve açık bir şekilde tekrar söyleyeyim: Depresyona girmiştim.

Benim gibi birinin bunu söylemesi çok acayip gelebilir, biliyorum. Sonuçta ben Organizasyon’um. Şehir’im. Hayatım mucize bir hayat. Dert edecek neyim var? Kendi mahallemden çıktım. Ligde milyonlarca dolar kazandım. O zamanlar Big Meech’ten daha çok şişe açtırıyorduk. Houston’a uğradığınız zaman kesin iyi zaman geçiriyordunuz. Özellikle Hakeem emekli olunca prangalar tamamen çıkmış oldu. Dream, artık bana akıl vermek için etrafımda değildi ve ben, Houston için meşaleyi taşımalıydım.

Sırf gösteri olsun diye gece kulübünde 20.000 dolar bırakırdık. Veuve Clicquot şişelerini Noel Baba gibi saçıyorduk. Gerçekten. Gecenin sonunda fişe bile hiç bakmışlığım yok. Muhasebecim gelip de ayın sonunda kart ekstresini getirene kadar ne kadar harcadığımızdan haberim olmazdı. Kulaklarından dumanlar çıkardı. “Steve!” derdi, “Yapma yahu!”

Sıfırlarla, virgüllerle, bir sürü virgülle dolu bir ekstre olurdu.

Kimse, bu konuda Houston Rockets gibi değildi. Kimse bu konuda Steve Francis’ten daha büyük değildi ve yine olsa yine yaparım…

Birçok oyuncu, lige adım atabilir.

Birçok oyuncu, All-Star olabilir.

Birçok oyuncu para kazanabilir.

Fakat kaç oyuncu “şehrin kendisi” olabilir?

Şu anda sizinle konuşan kişi işte bu. Terapist değil. Öğretmeniniz değil. Banliyöde büyümüş bir adam değil.

Şehir, sizinle konuşuyor. Dolayısıyla anlattıklarımın gerçek olduğunu biliyorsunuz.

Altı yıl kadar önce zihinsel sağlığımla ilgili sorunlar yaşamaya başladım. O dönemde o kadar stres ve anksiyete ile boğuşuyordum ki yapmak istediğim tek şey, beynimi susturmak için içmekti. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Düşünmek istemiyordum. Sadece Juice and Goose’da, kendi dünyamda oturmak istiyordum.

Sadece bomboş durmak istiyordum. En iyi böyle anlatabiliyorum. Çok kısa süre sonra her gün içmeye başladım. Kariyerim bitmişti ve ne olacağını bilmiyordum. Kaybolmuştum.

Muhtemelen bazılarınız şu anda kafanızı sallıyorsunuzdur. Anlıyorum, anlıyorum. Benim çocukluğumda hislerini anlatmazdı insanlar. Öyle yani, mahallede bu sanki ispiyonculuk gibi bir şeydi. Anlatılmazdı. İnsan, yaşadıklarını kendisine saklayıp yoluna bakardı fakat ben de hikayemi bu yüzden paylaşıyorum. Çünkü tıpkı benim gibi büyüyen ve böyle konuları konuşabilecek kimsesi olmayan kaç tane çocuk olduğunu biliyorum.

1980’lerde Washington’da benim çocukluğumda sıradan bir insanın aklını kaçırmasına neden olacak şeyler gördüm. Aklımdaki ilk anı, o dönem babamın yattığı Lorton Cezaevi’ndeki gardiyanların çırılçıplak üst araması yapmaları. İçeriye kaçak bir şey mi sokuluyor diye bakmak için tüm çocukları kontrol ederlerdi. Daha 3-4 yaşlarındaydım.

“Pantolonunu indirin.”

Evet, gerçekten. İlk hatıranızın bu olduğunu düşünsenize.

Böyle bir ortamda büyüyünce izleri üzerinizde kalıyor. O dönemde Washington’da uyuşturucu salgını vardı resmen. Savaş alanı gibiydi. Evinizde bile rahat rahat oturup huzurlu hissedemezdiniz. Dün gibi hatırlıyorum, bir keresinde okuldan sonra evimizde büyükannem ile oturuyordum. Birden bire adamın biri kapıda bitti. Tak, tak, tak.

Büyükannem kapıyı açtı fakat adamın girmesine izin vermedi. Adam kapıyı sürükleyip içeri girdi. Üvey babam ve bu adamın aralarında bir mesele vardı belli ki çünkü koridorda dövüşmeye başladılar. Çizgi film izlerken bir anda kaos oluştu evde. En kötüsü bu da değil. En kötüsü, polisin gelmesiyle başladı. Binaya girdiler ve bağırmaya başladılar. Ne olduğunu sordular, sonra da tüm ailemin gözlerinin önünde üvey babam ile o adamı dövmeye başladılar. Gözlerimizin önünde ikisine de kelepçeyi takıp onları hapishaneye götürdüler. Kendi evimde olanları izlerken daha 11 yaşındaydım ve şoka uğramıştım.

Sonra yıllar geçtikçe şiddete ve ümitsizliğe tanık olmak, sizin için neredeyse normal bir şey oluyor. Bazen travma sonrası stres bozukluğunun projelerin bir laneti olduğunu düşünüyorum. Tüm hislerinizi gömmeyi öğreniyorsunuz. Yolunuza bakıyorsunuz. Arkadaşlarınızla bir şeylere gülebiliyorsunuz, sanki her şey bir şakaymış gibi. Fakat derinlerde bir yerde çok korkuyorsunuz. Dolayısıyla bir kaçış arıyorsunuz.