Andreas Pistiolis’ten Eurohoops’a: Panathinaikos’taki 28 Yıl, Banvit, Galatasaray, Dimitris Itoudis ve Daha Fazlası

23/May/22 10:58 Mayıs 23, 2022

Mehmet Bahadır Akgün

23/May/22 10:58

Eurohoops.net

Galatasaray NEF başantrenörü Andreas Pistiolis, Eurohoops’a özel geniş bir röportaj verdi!

By Semih Tuna & M. Bahadır Akgün / stuna@eurohoops.net

ING Basketbol Süper Ligi’nde yarı finale yükselen Galatasaray Nef’te sezon ortasında başantrenör değişikliği yaşanmış ve Andreas Pistiolis göreve gelmişti. Sarı-kırmızılı ekiple ligde çıktığı 9 maçı da kazanmayı başaran Pistiolis, Eurohoops’un sorularını yanıtladı.

Pistiolis, Panathinaikos dönemi, Dimitris Itoudis ile ilişkisi, Banvit’te çalıştığı sezon, Galatasaray taraftarının kendisine desteği ve daha birçok konuya değindi. Huzurlarınızda Andreas Pistiolis’in açıklamaları…

– Henüz 6 yaşında Panathinaikos‘ta basketbol oynamaya başladınız. 15 yaşında oyunculuğu bırakıp antrenör olmaya karar verdiniz…

“Yaklaşık 17 yaşına kadar basketbol oynadım ama son 1-2 yılımda tam olarak takımın içinde değildim çünkü üniversiteye hazırlanıyordum. Dolayısıyla oynamaya devam etmeye çalışıyordum ama çok ders çalışmam gerekiyordu ve yapacağım çok şey vardı. O yüzden takımın tam olarak içinde değildim. 15 yaşına kadar daha aktif oynadım ama yine de 17 yaşına kadar oynamaya devam ettim ve 18 yaşında koç oldum.”

– Peki o yaştaki bir çocuğun sisteme, taktiklere bu kadar takıntılı olmasını okuyunca aslında koç olmanın kaderinizde olduğunu düşünüyorum. Neden bu kadar taktik odaklıydınız?

“Öncelikle basketbolu çok seviyordum. Bazı insanların zihni böyle çalışır. Onların hoşuna giden şey budur. Ben, sporun zihinsel kısmını her zaman daha çok sevdim. Genel olarak da hayatımdaki diğer konularda taktiksel düşünce tarzını, küçük ayrıntıları değiştirerek işlerin nasıl iyileştirilebileceğini düşünmeyi daha çok seviyorum. Benim zihnim böyle çalışıyor. Taktiksel durumları her zaman anlıyor ve seviyordum. Süreç böyle gelişti.”

– Yine de 15 yaşında bir çocuk başka şeyler düşünmez mi?

“Bazı şeyleri de yapabiliyorsunuz tabii ama o dönemde asıl mesele, bilgi seviyem oldu. Ben bu tarafı daha çok sevdim. Basketbola dair taktiksel kısım beni daha çok heyecanlandırdı. Sadece oynamak değil, küçük ayrıntıları kullanarak maçları kazanmak, durumlar yaratmak, daha etkili olmak gibi bir düşünce tarzı ve zihinsel süreç, beni her zaman heyecanlandırdı. Yaptığım her şeyde böyle oldu bu.”

– Babanız da Panathinaikos’ta üst seviye bir yönetici ve saygı duyulan bir insandı. Panathinaikos kültürünün içinde neredeyse bebeklikten itibaren yetişmek nasıldı?

“Ağabeyim de benden önce basketbol oynuyordu. Ben Panathinaikos’un kalbinde büyüdüm. Okulum, Panathinaikos’un tarihi stadının hemen yanındaydı. Hayatım boyunca kulübün içindeydim. Yani bir anlamda bildiğim tek şey o’ydu zaten. Benim için doğal gelişen bir süreçti. Bir noktada farklı bir hayat tarzı gelişebilir gibi gözükmedi hiç. Ben zaten Panathinaikos’ta büyüdüm ve Panathinaikos, çok daha uzun bir süre hayatım oldu. Dediğin gibi, 6 yaşında basketbol oynamaya başladım çünkü basketbol oynayan ağabeyimi izliyordum. Genç yaşlarda salondaydım. Yaklaşık 33-34 yaşlarına kadar Panathinaikos’ta kaldım. Bir ömür neredeyse. O zamana kadar bildiğim tek şey Panathinaikos’tu. Ben hiç farklı bir şey olabileceğini düşünmedim zaten. Hiçbir zaman durup ‘Hayatım farklı olabilirdi’ diye düşünmedim. Zaten her şey buydu. Çünkü orada büyüdüm. Babam, voleybol tarafıyla ilgileniyordu. Genel olarak da Panathinaikos’un dışında spor kültürü ile büyüdüm zaten. Çünkü ağabeyim, basketbol dışında yüzme ile ilgileniyordu. Babam, voleybol oynuyordu. Ben de yine başka sporları takip ediyordum. Genel bir spor kültürü ve rekabetçi bir yaşam tarzı hakimdi.”

– Keza Sırbistan’da da çocuklar küçük yaşta farklı sporlar yapıyor. Siz başka spora geçiş düşündünüz mü?

“Çocukken hentbol, futbol, dövüş sporları gibi farklı şeyler de denedim ama gerçek anlamda uygun olan tek spor basketboldu. Basketbolu hemen sevdim. Diğer sporları da denedim ama onlar bana uygun değildi. Basketbolun uygun olduğu hemen gözükmüştü. Daha oynadığım ilk andan itibaren basketbolu çok sevdim.”

– 18 yaş altı takımında asistanlık yaptınız ki o takımda Fotsis ve Andreas Glyniadakis gibi oyuncular da vardı. 2005’te Dimitris Itoudis’ten size gözlemcilik teklifi geldi. Kariyerinizin kırılma noktalarından birisi olarak addedebilir miyiz bunu? 

“Kesinlikle o döneme kadar attığım ilk adım, yakaladığım en büyük fırsat buydu ama aynı zamanda her adım önemli. Dediğim gibi, 18 yaşında koçluk yapmaya başladım. Küçük çocukları çalıştırıyordum ama aynı zamanda bulabildiğim her işi de yapmaya çalışıyordum. Dolayısıyla genç takımda bir de yardımcı antrenörlük görevi aldım. Antonis Fotsis ve Glyniadakis ile çalıştım. Bu da güzel bir fırsattı çünkü çok şey öğrendim. Sonrasında genç takımın başına geçtim. Orada iyi işler çıkardım ve kulübün dikkatini çektim. Tabii sonrasında en büyük ve en belirleyici adım, Dimitris (Itoudis) ve Zeljko (Obradovic) ile çalışma fırsatının sunulması oldu. Burada seviye atladım. Ama aynı zamanda önceki adımlar olmadan bu fırsatı yakalayamazdım. O yüzden bu yolculukta her adım önemliydi.”

– Çoğu kişi bunu hatırlamıyordur belki ama Zeljko Obradovic ve Dimitris Itoudis ayrıldıktan sonra siz Panathinaikos‘ta kalmaya devam ettiniz. Yaşınız da onlara göre hayli gençti elbette. Bu kalma kararının ardında Panathinaikos‘un değişecek olan yapısında daha fazla rol almak mı vardı?

“İstedim. Tuhaf bir sezondu. Panathinaikos, Obradovic dönemini kapatmıştı. Değişim zamanı gelmişti. Benim beklentim, bu değişiklikte kulübün bana yatırım yapması, rolümü ve kulübe olan katkılarımı fark etmesiydi. Bu gerçekleşmedi. Hiç kırgınlığım falan yok. Herkes için kritik bir dönemdi. Koçları yargılamak zor. Oyuncular gibi değil, istatistikler yok elinizde. Sadece bazı şeyleri hesaplamanız gerekiyor. Yeni bir statüko vardı. Yeni bir koç geldi, güvendiği insanları getirdi, beni tanımıyordu. Ben de o dönem geçişi esnasında kendime yer olmadığını gördüm. Daha doğrusu, beni de tatmin edecek bir yer yoktu.”

– Yeni gelen koçun sizi istemediğini mi düşündünüz?

“Öyle demeyelim de benim istemediğim bir rolde isteniyordum diyelim. Dolayısıyla benim için seçenekler ya kendim için iyi olmadığını düşündüğüm bir rolü kabul etmek, ya birçok insanın yaptığı gibi birilerinin başarısız olmasını ve yeni bir fırsatın doğmasını beklemekti ama bu da bana göre değil. İçinde büyüdüğüm, çok sevdiğim, hizmet ettiğim bir kulüpte olumsuz bir bileşen olmak istemedim. Takımı kaybedince mutlu olan veya kişisel gelişimim için takımın gelişimine sekte vuran biri olmak istemedim. Dolayısıyla karar vermem gereken bir dönemdi ve ben de ayrılıp başka bir yol bulmaya karar verdim. Çünkü kendime çok inanıyordum ve ayrılmasam kimsenin bana hakkımı teslim etmeyeceğini gördüm. O yüzden benim için kritik bir andı bu karar.”

– Aslında 9-10 yıl önce Türk basketbolu ile yolunuz kesişmişti. O dönem konfor alanınızdan çıkıp Banvit ile anlaştınız. Yurt dışındaki ilk deneyiminiz buydu. Bandırma, küçük bir şehir ve işiniz dışında dikkatinizi dağıtacak çok bir şey yok orada. Bu anlamda biraz Vitoria’ya da benziyorum orayı. Bandırma’ya gelen birçok oyuncu, kariyerlerinde bir sonraki adımı atmaya gidiyordu. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

“Evet. Dönüp bakınca bence benim için olabilecek en iyi şeydi o. Öncelikle kendi ülkenizden çıkmak, bir Yunan olarak Türkiye’ye gelmek kolay bir adım muhtemelen. Çok benzer insanlarız. Türk halkı, çok misafirperver. Sizi rahat hissettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu önemli. Bunu herkes yapmıyor. Banvit harika bir organizasyondu. Üst düzey oyuncularımız, üst düzey bir yönetimimiz vardı, genç oyuncularımız, tutkumuz vardı. Dediğin gibi, yönetim her şeyi hallediyordu ve Bandırma da küçük bir şehir olduğu için sadece işinize odaklanma fırsatınız doğuyordu. Hem koçlar hem de oyuncular olarak işinize de %100 bağlanıyordunuz. Dolayısıyla benim için kariyerimin o noktasında atabileceğim en iyi adımdı. O dönemde bana ne kadar faydası olduğunu fark etmediğime eminim. Bu yeni adımı atıp başka bir basketbol dünyasında yaşamaya başladım çünkü Panathinaikos, en büyük kulüplerden biriydi ve en büyük oyuncular, en büyük bütçelerden biri söz konusuydu. O yüzden bu anlamda farklı bir yönde doğru büyük bir adım gibi gözüküyordu çünkü Banvit, çok rekabetçi bir takımdı, EuroCup oynuyordu ve orada çok şey öğrendim. Çok eğitici bir sezon oldu ve geçiş de çok yumuşak oldu çünkü mesela tamamen farklı bir kültüre gitseydim belki de benim için büyük bir şok olacaktı. Dolayısıyla Yunanistan’dan ilk kez ayrılmışken Türkiye’ye gelmek bir Yunan için muhtemelen bunu yapmanın en iyi yolu.”

– Maalesef Banvit artık kulüp olarak aktif değil ama o takımın altyapısı, Türk basketbolunun en üst seviyelerine oyuncu ihraç ediyordu. Bunun son örneklerinden biri de Alperen Şengün. Başkanın ve Turgay Zeytingöz’ün vizyonu, benim için her zaman etkileyici olmuştur. Siz ayrıldıktan kısa süre sonra henüz oyunculuğu bırakmamış olan Sarunas Jasikevicius’a başantrenörlük teklifi yapmışlardı yanlış hatırlamıyorsam. Orada çalışmak nasıldı ve sizin için ne anlam ifade ediyordu? O sezon 28 galibiyet aldınız. Bunu ligde görmeye pek alışık değiliz ama playofflarda sezon ortası sorunlarını aşan bir Galatasaray ile oynadınız. Son şampiyon onlardı ve eşleşmeyi geçtiler.

“Dediğim gibi çalışma koşulları mükemmeldi. Kulüp, ihtiyacımız olan her şeyi sağladı. Yönetimden, Özkan Kılıç’tan, Turgay Çataloluk’tan, Turgay Zeytingöz’den büyük bir destek gördük. Her zaman yardımcı olmak için yanımızda oldular. Bu da işimizi fazlasıyla kolaylaştırdı. Yapmamız gereken tek şey basketbol koçluğu yapmaktı. Onlar kalan her şeyi halledip bize ihtiyacımız olan desteği sundular. Dolayısıyla geçiş bizim için fazlasıyla kolay oldu. Çok güzel bir sezon oldu. Harika bir takımımız vardı. Sadece oyuncular değil, tüm ekip harikaydı. Çok rekabetçiydik ama finale çıkma ve hatta belki de şampiyon olma yolunda o ekstra adımı atamadığımız için çok üzülmüştük. Çünkü bunu yapma potansiyelimiz olduğunu göstermiştik ama sonunda deneyimsizliğimizin kurbanı olduk. Bir de tabii o yıl Galatasaray zaten son şampiyondu. Üst düzey bir kadrosu vardı. Carlos Arroyo, Manuchar Markoishvili gibi oyuncularla muhteşem bir kadrosu vardı. Şimdi hepimizin koç Ataman’ın kim olduğunu bildiğimiz üzere çok deneyimli bir koçları vardı. Dolayısıyla bir açıdan çok üzüldük çünkü daha büyük bir başarı kazanmayı umut ediyorduk ama savaştık, elimizden geleni yaptık ve neticede daha iyi bir takıma kaybettik. Galatasaray, daha iyi olduğunu kanıtladı. Bazı ayrıntılar farklı olsa sonuç da farklı olabilirdi ama sonuç adildi. O sezonu hâlâ çok güzel hatırlıyorum. Birlikte yaptıklarımız, oyuncular, koçlar ve yönetim ile birlikte geçirdiğimiz vakitten ötürü çok güzel hatırlıyorum. İstediğimizi alamamış olsak da güzel bir sezondu. Gerçekten güzel bir iş çıkardık. O sezona dair her şey çok güzeldi çünkü herkes aynı zamanda iyi insanlardı. Hâlâ birçok oyuncu ve yönetimden birçok kişi ile iletişim hâlindeyiz. Hepimiz aile bağlarımızı korumaya devam ediyoruz çünkü birlikte çok şey yaşadık.”

– Keza Turgay Zeytingöz de sizi “Koç” değil bir “arkadaş” olarak görüyor.

“Umarım öyledir. Umarım sadece Turgay değil orada birlikte çalıştığımız herkes öyle düşünüyordur. Turgay ile çalışma fırsatı bulmak benim için çok özeldi ama genel olarak harika bir sezondu ve Banvit’in devam etmediğini görmek beni üzüyor. Çünkü Türk basketbolu için böyle bir takımın olması, o takımın böyle çalışması gerçekten çok önemliydi. Her ülkenin basketbolu ve genel olarak basketbol sporunun kendisi için böyle kulüpler önemli. Yaptıkları şeyler ve yapma tarzları çalışılmalı ki diğer takımlar da bu organizasyonu ve mentaliteyi örnek alabilsin.”

– 4 sene önce verdiğiniz bir röportajda Türk basketbolunun yüksek kalitede oyuncular yetiştirdiğini fakat bunları NBA’e ithal ettiğini belirtmiştiniz. Avrupa basketbolu için fark yaratacak oyuncu sayısı Yunan basketboluna göre çok az. Geçen 4 senenin ardından Türk basketbolunun en büyük sorunu bu mu?

“Bu konu çok geniş bir konu. Burada asıl mesele, Türk basketbolu kesinlikle yeteneklere sahip. Fakat bir yerlerde birçok yetenek kayboluyor. Bu durum sadece Türk basketbolu için geçerli değil, bu tüm ülkelerde oluyor. Anlaşılması gereken nokta, buradaki oran. Beni en çok etkileyen noktalardan biri, başarılı olan oyuncular gerçekten başarılı olurken bazı oyuncuların gerçekten ortadan kaybolması. Bir ortası yok. Orta seviyede çok az oyuncu var. Bunun neden olduğunu anlamak benim gerçekten merak ettiğim bir konu. Bunu araştırmak gerekiyor. İnsan bu konuyla ilgili kafadan bir şeyler söyleyemiyor. Gerçekten bunun neden olduğunu, süreci, bu durumun neden yanlış gittiğini, bu oyuncuların neden bir anda patlayıp üst seviye oyuncular olurken diğer oyuncuların belli bir seviyede kalmayı bile neden başaramadığını araştırmak gerekiyor. Türk basketbolu için diğer takımlardaki EuroLeague seviyesi durumu geçerli değil. Bunu pek açıklayamıyorum doğruyu söylemek gerekirse çünkü bu konuda bazı görüşlerim var ama konuyu araştırmadan cevap vermek sorumsuzluk olur. Bu oyuncuların bu seviyeye gelene kadar geçirdikleri süreci ve neyin nerede yanlış gittiğini gerçekten anlamak gerekiyor.”

– Aslında bunu tüm Avrupa’ya da uyarlayabiliriz öyle değil mi? Başını çıkaran, biraz parlayan tüm gençler komik paralara NBA’e gidiyor. Bu gidişin önünü kesmenin yolları neler olmalı? Bonservis miktarı mı arttırılmalı? Yoksa Avrupa basketbolunun pazarlama dahil her alanda gelişmesi mi? Yoksa oyunculara daha fazla para verilmesi mi gerekiyor?

“Öncelikle bunu önlemek için bir süreç olması gerektiğine katılmıyorum. Bu, eşyanın tabiatı gereği böyle. Bu oyuncuları Avrupa basketbolunda tutmanın tek yolu, Avrupa basketbolunun seviyesini NBA ile eşleşebilecek bir seviyeye çıkarmak. Şu anda çok zor gözüküyor ama yapılabileceğine inanıyorum. NBA ile EuroLeague ve Avrupa arasındaki farkın kapatılabileceğini düşünüyorum. Aslında fark da kapandı ve bu yüzden bu kadar oyuncu NBA’e gidiyor. Avrupalı oyunculara olan talep, daha önceki yıllara göre arttı. Bu durum, iyi bir şeyler yapıldığının kanıtı. Şu anda Avrupa’nın NBA seviyesinde geçmişe oranla giderek daha fazla oyuncu çıkardığının kanıtı. Mesela 1990’lı yıllarda bunu bu kadar görmüyorduk. 2000’li yıllarda biraz daha fazla oyuncu gitti ve her geçen yıl sayının da arttığını görüyoruz. Aslında bu, basketbolcu çıkarma sürecindeki bir gelişimin göstergesi. Bu durum, bu oyuncuları burada tutmak için pazarlama veya organizasyonun aynı seviyede ilerlemediğini gösteriyor. Aynı zamanda bir denge durumu da var. Oraya daha fazla Avrupalı gittikçe daha fazla ABD’li oyuncu da buraya gelmek zorunda. Biz, basketbol ürününü geliştirmeliyiz ki daha kazançlı, basketbolseverler için daha ilgi çekici olsun. Avrupa futbolunda yarattığımız şeyi yaratmaya çalışmalıyız. Bunu basketbola yansıtmalı, buradaki basketbol seviyesini yukarıya çekmeliyiz. Böylece üst düzey oyuncuları burada tutabiliriz. Bunun örnekleri de var. Nikola Mirotic, kolaylıkla NBA’de kalabilir, orada harika kontratlar bulabilirdi ama Avrupa’ya geldi. Tabii maliyeti yüksek oldu. Avrupa basketbolunun sorunu aslında bunun uygun ve kazançlı bir çözüm olmaması. Çünkü büyük takımların sahip olduğu bütçeyi bizler yaratamayız. Real Madrid, Barcelona, Anadolu Efes ve hatta Fenerbahçe gibi kulüpler ciddi paralar kaybediyor. Sorun burada. Bu parayı bu oyuncuları Avrupa’da tutabilmek için kullanabilirsek çözüm bu olur bence.”

– NBA’de kadroların 17 kişiye çıkarılması, çift yönlü kontratların artması… Eskiye oranla oyuncu kalitesini nasıl buluyorsunuz? Bir koç olarak oyuncu bulmanın hiç olmadığı kadar zor bir döneminde olduğunu düşünüyor musunuz?

“Burada mesele, organizasyon meselesi. Birçok takım harika hamleler yaparak daha düşük bütçelerle harika takımlar kuruyor. Başka takımlar ise bütçelerini ziyan edip kötü takımlar kuruyor. Burada mesele, organizasyon meselesi. Basketbol oynayan birçok oyuncu var. Oyuncu alım süreci, gözlemcilik süreci doğruysa ve doğru iş için doğru kişiyi seçiyorsanız her şey mümkün. Bence geçmişe göre oyuncu bulmak daha zor değil. Sadece çoğu zaman genç oyuncuyu veya iyi oyuncuyu kaybedeceğinizi bile bile ona yatırım yapmak zor. Sürecin tek zor tarafı bu: Yatırımınızın işe yaramayacağını çünkü oyuncunun ayrılacağını bile bile birine yatırım yapmak. O oyuncunun etrafına bir yapı kuramayacağınızı biliyorsunuz. Tek zorluk bu. Ama aynı zamanda İtalya’nın, Almanya’nın, Türkiye’nin ikinci liglerinden fırlayan, bir anda ortaya çıkan yabancı oyuncular var. Oyuncular zaten var. Sadece doğru bir oyuncu alım süreci, oyuncu bulma süreci ve oyuncuyu kullanma süreci geliştirmemiz gerekiyor. Doğru iş için doğru insanı bulmalıyız.”

– NBA’den bahsetmişken… 2017’de bir Yaz Ligi deneyiminiz var. O dönem orada kalıcı olarak çalışmayı düşündünüz mü? Orada da Avrupalı yardımcı koç sayısı artıyor sonuçta. NBA’de denenmiş ama başarılı olamamış koçlara talep günden güne azalırken yardımcı antrenörler sürekli takımlarla mülakatlara giriyor.

“Öncelikle benim NBA ile tek etkileşimim o Yaz Ligi deneyiminde LA Clippers ile çalışmak oldu. Orada farklı bir dünya var. Benim için Avrupa daha uygun ama aynı zamanda Avrupalı koçların NBA’de ilerleme kaydettiğini ve daha fazla kabul gördüğünü düşünüyorum. Hâlâ bir nevi ‘koç ırkçılığı’ durumu var. Irk ile hiçbir ilgisi yok aslında ama Avrupalı koçların ABD’li koçlardan daha alt seviyede olduğuna inanılan bir mentalite var NBA’de. Ama giderek daha fazla Avrupalı koçun kendilerini kanıtladığını ve oraya gitmek üzere adımlar attığını görüyoruz. Bence şu anda en büyük sorun, üç farklı basketbolun olması. Avrupa basketbolu, NBA basketbolu ve kolej basketbolu var. Farklı kurallar var, farklı bir oyun oynanıyor, tamamen farklı anlayışlar hakim. Bu da koçların hareketliliğinin önüne geçiyor. Bu yüzden aynı zamanda çok az sayıda ABD’li koç Avrupa’ya geliyor çünkü onlar için de Avrupa basketbolunu anlamak ve ona uyum sağlamak zor. O koçlar da Avrupa basketboluna aşina değil. Avrupalı koçlar ise ABD basketboluna çok daha aşina. Bu yüzden çok sayıda Avrupalı koç NBA’e giderken ABD’li koçlar buraya gelmiyor çünkü Avrupa’da nasıl basketbol oynadığımızı ve ABD’deki tarzdan nasıl farklı olduğunu araştırmıyor, anlamıyorlar. Aynı zamanda daha önce de söylediğim gibi farkın yavaş yavaş kapandığını düşünüyorum. Bu durum, koçlar için de oyuncular için de geçerli. Farkın kapanmadığı tek alan, pazarlama kısmı. Çünkü NBA, para üretmek, ürünlerine saygı göstermek konularında bizden ışık yılı önde. Ama diğer yönden orada Avrupa basketbolunun gelişebileceği birçok alan var. O sebeple bir sonraki adımın bu olacağını umut edebiliriz.”

– Tekrar Avrupa’ya dönelim. Rusya-Ukrayna savaşının dolaylı olarak Galatasaray’a gelmenizde etkisi olduğunu ve aslında başantrenörlük deneyimine daha önce başlamanız gerektiğini belirtmiştiniz. Ne zamanı kastediyorsunuz veya spesifik bir zaman var mıydı?

“Yok, daha ziyade giderek büyüyen bir düşünce oldu o. Bir süreç yani. Ben her zaman gelişmek, yaptığım işte daha iyiye gitmek isteyen bir insanım. Sabit kalmayı, yaptığım işte daha iyiye gitmemeyi sevmiyorum. Bu anlamda doğal bir gelişim süreci oldu. Bir noktada bunun yapabileceğim bir şey olduğunu fark ettim ve yavaş yavaş yapmak istediğim bir şeye dönüştü. Süreç böyleydi. Bir zaman akışı yoktu ama çalışıp gelişmeye devam ederken aklımdan geçen bir düşünce süreciydi ve bir sonraki adımın tek başıma olmak olduğunu, kendi tarzımda çalışmak, kendi tarzımda bir şeyler yapmak, kendimi sınamak olduğunu fark ettim. Çünkü bu aynı zamanda benim için bir sınav. Bunu yapabileceğini çok insan düşünür ama yapmak zorunda kaldığında başarısız olur. Bunu bilmenin denemekten başka yolu yok. Fakat aynı zamanda zorlu, iyi bir çalışma ortamım vardı ve iyi koşullar altında çalışıyordum. Çok rekabetçi, çok talepkar bir çalışma ortamıydı. Her zaman rakip hazırlığı yapmam gerekiyordu, yeni hedeflere odaklanmam gerekiyordu. Ukrayna’daki durum yaşandı ve daha sonrasında da bir fırsat gözüktü. Bunun artık bir sonraki adımı atmam için doğru zaman olduğunu fark ettim.”

2020’de Aaron Jackson’ın koç Vovoras, Panathinaikos’tan ayrıldıktan sonra attığı bir tweet vardı ve siz de bu tweet’i beğenmiştiniz. O dönem teklif gelse kabul eder miydiniz mesela?

“Çok zor bir soru. Ne olurdu tahmin etmek çok zor. Spekülasyonlara girmek istemem. Teklife, o dönemki duruma bağlı olurdu ama benim o paylaşımı beğenme sebebim, beni o işe layık görmesi değil; bana olan güveninden ötürüydü. Buna bir teşekkürdü aslında yani. Birlikte çalıştığınız insanlardan kıymet görmek kadar büyük bir tatmin duygusu yok. Birlikte çalıştığım oyuncular bana olan güvenlerini ve inançlarını gösterdikleri zaman büyük bir tatmin kaynağı oluyor. Ben o paylaşımı bu yüzden beğendim. ‘Panathinakos neden beni istemiyor?’ gibi bir tavırla beğenmedim. İmzalar mıydım, imzalamaz mıydım? Teklif gelmiş olsa teklife, arkamda bırakacaklarıma bakmam gerekirdi. Dolayısıyla bir cevap vermek zor.”

– Buraya geldikten sonra eski oyuncularınızdan size sosyal medyada destek mesajları yağdı. Siz, yaptığınız işi, planları oyunculara inandırmanın koç olarak etkilerinden neredeyse her röportajınızda bahsetmiştiniz. Galatasaray‘da geldiğinizde bir kaos ortamı hakimdi. Oyuncular güvenlerini kaybetmişti. Siz onları kendinize nasıl inandırdınız? Mental çalışmalar yaptık demiştiniz, neydi bunlar?

“O mental hazırlık, bana değil kendilerine inanmaları için yapılmıştı çünkü ben o dönemde takımın başına geçtiğimde de çok iyi bir takım vardı. İyi oyuncularım olduğunu biliyordum ama sezon bir maraton ve sezon içerisinde hırpalandığınız, kendinizi zor durumlarda bulduğunuz birçok koşul oluyor. Bu durumları doğru yönetemediğiniz zaman sorunlar üst üste biniyor. O noktada benim fark ettiğim şey alınan kötü sonuçlar ve arkasından yaşananlar nedeniyle oyuncuların kendilerine olan güvenlerini kaybetmiş olmalarıydı. Dolayısıyla ilk işim, onların unuttukları potansiyellerini fark etmelerini sağlamaktı. Bana inanmaları ise zamanla olacak bir şeydi. Oyuncularınızla konuşuyorsunuz, onlara kendinizi açıklıyorsunuz ve onlar da neden bahsettiğinizi, söylediğinizin şeylerin açık olup olmadığını görüyor. Söylediğiniz şeylerde istikrarlıysanız size inanıyorlar. Eğer bir gün bir şey derken ertesi gün başka bir şey diyen biri değilseniz bunu anlıyorlar. Bu da güven ortamı oluşturuyor. Bu güven ortamı da özgüveni daha fazla artırıyor. Önce kendinize, sonra birbirinize inanmanız gerekiyor. Bu süreçte umarım oyuncularımın güvenini kazanabilmişimdir.”

– Taraftarlar bile güvenlerini kaybetmişlerdi ama şu an gelinen nokta bambaşka.

“Basketbol böyle, spor böyle. Rekabete dayalı sporlarda durum bu. İstenilen sonuçları alamazsanız sizden şüphe edilir. İnsanlar, oyuncular, taraftarlar, yönetim, taraftarlar güvenlerini kaybetmeye başlar. Maalesef bu durum böyle. Neticede her şey alınan sonuçlara bağlı. Bazen yönetim, insanlar kendisini kanıtlayan, potansiyelini gösteren veya tanıdıkları birine güvenlerini kaybetmeyebilir ama günün sonunda tüm mesele, alınan sonuçlar. Sonuçları alamazsanız güveni de alamıyorsunuz. Bu normal.”

– Galatasaray, kulüp yapısıyla oldukça talepkar bir kulüp. Bugünü düşünürken aynı zamanda geleceği de planlamak gerekiyor. Siz rüya gibi bir başlangıcın ardından gelecek sene ilk kez kendi kadronuzu oluşturacaksınız. Şu an yaşanan başkanlık problemi çalışmaları ne yönde etkiliyor?

“Yönetim kademesinde bir belirsizlik olduğunun farkındayım. Seçimler olacak. Fakat buradaki yönetim, yani Turgay, Kerem (Tunçeri), Erden Timur beni tüm bunlardan korudular. Bu durum bana hiç temas etmedi. Yapmam gereken tek şey işimi yapmak ve takımıma konsantre olmaktı. Beni kollayan insanlar olduğunu biliyorum. Bu da yönetimin iyi bir iş çıkardığının kanıtı aslında. Bu konuda insanların görmediği birçok parametre var ve bunlardan biri, oyuncuları, koçu ve genel olarak takımı bu tip belirsizliklerden ve durumlardan korumak. Onlar da bunu başarıyla yaptılar. Bu anlamda gerçekten minnettarım.”

CSKA döneminde Baker ve Koufos gibi, Amerika’dan gelen oyuncuların sahada hemen katkı vermesiyle alakalı saha içi bazı problemler yaşamıştınız. Buna Alec Peters da eklenebilir. Hatta aynı şeyleri muhtemelen 2012’de Calathes hakkında da düşünmüştünüz fakat onun yanında inanılmaz mentörler vardı. Siz oyuncu seçimlerinde daha çok Avrupa deneyimi bulunan oyunculara mı yöneleceksiniz?

“Öncelikle Alec Peters’ı diğerleri ile aynı listeye koymam. İniş çıkışlar yaşadı ama neticede katkı verdi ve takım da o da başarılı oldu. Takımda bir rolü vardı. Üst düzey bir oyuncu olduğunu kanıtladı. CSKA‘dan sonra Efes‘e gitti. Hâlâ EuroLeague’de oynuyor. Diğer oyuncular ise kayboldu. Avrupa basketboluna aşina olmayan Amerikalı oyuncular, buradaki ilk kontratlarını en üst seviyedeki takımdan alınca sorun oluyor çünkü çok zorlayıcı bir ortam var. Birçok oyuncu başarısız oluyor, bazıları da başarılı oluyor. Sıfır Avrupa deneyimi olup da başarılı olan birçok oyuncu var. Hâliyle bu durumu değerlendirmek çok zor. Oyuncuları izlerken Avrupa deneyimlerinin olması tabii ki ekstra bir puan katıyor. Oyuncu Avrupa’da bulunmuşsa, burada yaşamışsa, hayat tarzına uyum sağlamışsa bu durum ekstra puan sağlıyor fakat benim için bu, diğer ihtimalleri yasaklamıyor. CSKA’da böyle hamleler yapmaya cesaret ettiysek tabii ki burada da yapabiliriz ama bu durum, önceliklerimiz arasında yükseklerde değil. Listede ama yüksek değil. Transferleri yaparken daha çok dikkat etmemiz gereken öncelikler var.”

– Bir süredir Türkiye’desiniz ve ortama adapte olabildiniz. Banvit döneminizden bu yana Türkiye’de neler değiştiğini gözlemlediniz. Eskiden 30 sayılık maçlar az olurken şu an bunlar arttı mesela?

“Tabii bu dönemler arasında en büyük değişiklik mali durum. Bu da normal. Pandemi ve yaşananlar sonrası tüm dünyada mali durumlar derinden etkilendi. Mali durum da her şeyin temeli zaten. Bütün Avrupa basketbolu bunun sıkıntısını yaşadı. Biz Banvit’te çalışırken Türk basketbolunun altın yılları yaşanıyordu. Ciddi paralar harcanıyor, ciddi yatırımlar yapılıyordu. Hâlâ ciddi paralar harcanıyor ama o dönemle kıyas götüremez. Ayrıca şu anda Türk basketbolu, o dönem ekilen tohumların hasadını topluyor çünkü kulüpler, organizasyonlar, oyuncular ve Türk oyuncular, o dönem en üst düzey oyuncuların, koçların arkalarında bıraktıkları mirası deneyimleme şansı buldular. Kulüpler, oyuncular ve koçlar bu durumdan dersler çıkardı. Yani bütçeler eskiye göre karşılaştırılamayacak kadar farklı olsa da bence Türk basketbolu gerçekten rekabetçi. Yine mali sebeplerle çöken takımlar var ama playofflara kalan baktığınız zaman en büyük bütçelere sahip Fenerbahçe ile Anadolu Efes‘i dışarıda bırakırsak kalan takımların sırası tek bir galibiyet ile çok daha farklı olabilirdi. Dışarıda kalan takımlar da çok küçük farklarla playoffun dışında kaldı. Bence şu anda Türk basketbolu, iki takım hariç o döneme oranla çok daha rekabetçi. Bu takımlar, EuroLeague’de mücadele etmenin getirdiği yüke sahip olsalar da çok daha güçlü ve domine ediyorlar. EuroLeague’de mücadele etmek de artık geçmişe göre çok daha zorlayıcı. Yine de ben durumu seviyorum. Çünkü buraya geldiğim zamandan bugüne kadar geçen sürede playofflardayız ama 1-2 galibiyet farkı ile sıralama çok daha farklı olabilirdi. İki farklı sonuç ile tamamen başka bir tablo olabilirdi. Bütçeler, yatırımlar, her şey daha farklı gözükebilirdi. Neticede liginizden beklediğiniz en heyecan verici şey bu: tahmin edilemez olmak, herkese adil olmak, herkesin lig başladığında kimin kazanacağını, kimin final oynayacağını, kimin playoff oynayacağını bilmiyor olması. Farklı olabilirdi. Önümüzdeki sezon ne olacağını kimse tahmin edebilir mi? Mümkün değil. Bu durum çok heyecan verici. Bu güzel bir şey. Bir noktada dağılan takımlarla ilgili durumu geliştirmek isteyebilirsiniz tabii ki. Bazı takımlarla Kasım’da ve Mart’ta oynadığınızda tamamen farklı iki takım gibi gözükebiliyor. Ama bu da her yerde oluyor. Bence şu anda Türk basketbolunun iyi bir ürünü var. İyi takımlar, iyi oyuncular ve en önemlisi üst düzey bir rekabet var.”

– Çok fazla sayıda Avrupa organizasyonunun olması, yerel liglere verilen önemi de azaltıyor sanırım, en azından play-off dönemine kadar. Yerel liglerin önemini arttırmak için ne yapmak gerekiyor?

“Bu durum, Avrupa basketbolunun genel sorunu. FIBA ile EuroLeague arasındaki bu ayrım, iyi değil. Tüm bu güçler, birbirlerine karşı çalışmak yerine Avrupa basketbolunu geliştirmek için çalışmalı. Bu, iyi bir şey değil. Ne yapılabilir? Çok zor bir soru. Bence bazı liglerde yerel ligler, değerini tamamen kaybetti. Diğer ligler ise hâlâ çok rekabetçi ve değerli. Mesela İspanya Ligi’ndeki takımlar için yerel lig ile Avrupa kupalarındaki gidişat eşit öneme sahip. Yine mesele ürün, değer ve tanınırlık meselesi. Ürünü satmakla ilgili. Ürünün size ne sunduğu ile ilgili. Lig size kazanç sağlıyor mu? Boş salonlarda mı oynuyorsunuz? Bu tip durumlarda Avrupa’daki organizasyonu önemsemek normal. Ama büyük salonları, iyi oyuncuları, tahmin edilemez sonuçları olan, lige saygı göstermediğiniz takdirde küme düşebileceğiniz bir ligde oynarsanız saygı göstermek zorunda kalıyorsunuz. Mesele yine ligdeki organizasyon ve sunduğunuz ürün, taraftarların, sponsorların ve yatırımcıların ilgisini çekip çekemediğiniz meselesi oluyor yani.”