Zach LeDay İçini Açtı: “Babamı Kaybettikten Sonra Basketbolu Bırakmak İstedim, Evim Yanıp Kül Oldu”

2025-02-20T12:58:16+00:00 2025-02-20T12:58:16+00:00.

Semih Tuna

20/Şub/25 12:58

Eurohoops.net
Photo by Roberto Finizio/Getty Images

Zach LeDay, Eurohoops’a uzun bir röportaj verdi.

By Antonis Stroggylakis/ astroggylakis@eurohoops.net

16 Mart 2024’te Zach LeDay’in dünyası paramparça oldu.

O gün, eski bir futbolcu ve Körfez Savaşı gazisi olan babası Ricki Vincent LeDay, 62 yaşında Dallas, Texas’ta hayatını kaybetti. Bu kayıp, Amerikalı forvet için büyük bir yıkımdı. Bir ebeveynini kaybetmenin getirdiği derin üzüntünün yanı sıra, ağır bir depresyonun içine sürüklendi.

“Hayatımda ilk kez savunmasız kaldım. Güçsüz hissettim. Bu kayıp beni temellerimden sarstı. Hayattaki her şeyi sorgulamama neden oldu. Basketbolu sorgulamama neden oldu. Neden basketbol oynadığımı düşünmeme neden oldu. Hâlâ oynamak isteyip istemediğimi sorgulamama neden oldu.”

Ancak ailesi ve sevdiklerinin desteğiyle bu karanlık duyguların üstesinden gelmeyi başardı ve sezonu tamamlamak için tekrar Avrupa’ya, Partizan’a döndü. Yaşadığı acıyı bir motivasyon kaynağına dönüştürdü ve hem oyuna hem de hayatına bakış açısını tamamen değiştirdi. Antrenmanlarını en üst seviyeye taşıyacak uzmanlarla çalışmaya başladı. Hem en iyi oyuncu hem de en iyi insan olmak için kendini tamamen bu yola adadı ve babasına verdiği sözü gerçekleştirmeye karar verdi.

Babasıyla vedalaşmasının üzerinden neredeyse bir yıl geçti ve Zach LeDay kariyerinin en iyi basketbolunu oynuyor.

EuroLeague sezonunda, Şubat ayı arasına kadar maç başına 16.2 sayı ve 4.4 ribaund ortalamalarıyla kariyerinin en yüksek istatistiklerini yakaladı. Şut yüzdesi ise inanılmaz: %70.6 True Shooting ile sayı üretiyor. Sakatlıklarla boğuşan Olimpia Milano’yu kritik galibiyetlere taşırken, birçok maçta takımı neredeyse tek başına sırtladı. Bu sezon, Olympiacos‘tan Sasha Vezenkov ve ASVEL’den Theo Maledon ile birlikte üç veya daha fazla kez “Haftanın MVP’si” seçilen üç oyuncudan biri oldu.

EuroLeague’deki altıncı sezonunda, LeDay kesinlikle All-EuroLeague seviyesinde bir performans sergiliyor.

Zach LeDay, Eurohoops’a verdiği samimi bir röportajda babasının ölümü ve bunun onu nasıl etkilediğini, üzüntüsünü nasıl ilhama dönüştürdüğünü, büyük bir oyuncu olma arzusunu ve daha fazlasını anlattı.

Eurohoops: Milano’nun en son EuroLeague maçında, Zalgiris karşısında 26 sayı attığın galibiyetin ardından, sahaya çıkıp Avrupa’nın en iyisi olduğunu kanıtlamanın senin için bir nimet olduğunu söyledin.

“En iyi” olmak ne anlama geliyor?

Zach LeDay: Her oyuncu için “en iyi” olmak farklı bir anlama gelebilir. Benim için en iyisi olmak, bir savaşçı gibi her şeyimi sahaya koymak demek. Hem savunmada hem hücumda. Takımım için bedenimi ortaya koyuyorum. Örneğin bir maçta Edy Tavares’i savunuyorsam, başka bir maçta bir oyun kurucuyu savunmak için eşleşiyorsam, Sasha Vezenkov’u ya da Nigel Hayes-Davis’i kovalamak zorundaysam… Ya da takımımın benden 30 sayı atmamı beklediği bir maç vardır mesela. Benim için en iyisi olmak, sadece istatistik kâğıdına yansımayan küçük şeyleri de yapmak demek. Bunların beni bir adım öne taşıdığını hissediyorum.

Ayrıca, her alanda istikrarımı artırmak da önemli. Sezon öncesi dönemde yaptığım çalışmalar, zihniyetim, sahada yaptığım ekstra şeyler… Takım arkadaşlarımın bana hücumda kendimi göstermem için sağladığı fırsatlar… Bunlar benim kim olduğumu belirleyen unsurlar. Ama en önemlisi sertlik ve istatistiklerde görünmeyen şeyler… Bunlar beni daha ileriye taşıyor. İşte bu, “en iyisi” olmak demek. Bunların hepsi kazandıran özellikler. Nerede oynarsanız oynayın, Milano’da da olsanız, dünyanın herhangi bir yerinde de.

Takımım için bir kazanan olarak tanınmak istiyorum. Fark yaratan biri olmak istiyorum. Beni transfer eden kulüp, ne tür bir kültür getirdiğini bilmeli. Ben pes etmeyi, kaybetmeyi kabullenmeyen biriyim. Hangi takımda olursam olayım, belli bir sertlik, enerji ve mücadeleci ruh getiriyorum. Nereye gidersem gideyim, bunu yanımda götürüyorum. Takımın kazanmasına yardımcı olabilmek için kendimin en iyi versiyonu olmaya çalışıyorum.

Beni her gün motive eden şey de bu. Ligdeki diğer oyuncuların yaptıklarını görmek, beni çalışmaya, ekstra şutlar atmaya, vücudum için antrenörlerimle daha fazla çalışmaya, zihinsel olarak kendimi geliştirmeye teşvik ediyor. Kendimi sürekli daha ileriye taşımaya, bir sonraki seviyeye çıkarmaya devam ediyorum.

EH: İyi seviyeden harika seviyesine geçmek nasıl oluyor?

Z.L.: İyi olduğunda, herkes seni iyi bir oyuncu olarak tanır. Bu güzel bir şey. Tanınırsın, takdir edilirsin. Ama iyi olmakla harika olmak arasında büyük bir fark var.

Mesela Vassilis Spanoulis. O harika bir oyuncuydu. Sarunas Jasikevicius. O da öyle. Öyle oyuncular vardır ki, adlarını duyduğunda “Vay be, bu bambaşka bir seviye” dersin.

Geçen mart ayında babamı toprağa verdiğimde, ona bir söz verdim. Dedim ki: “Ben bir sonraki seviyeye çıkmak istiyorum. Harika olmak istiyorum. Ne yapmam gerekiyorsa yapacağım.” Ve gerçekten, hem bedenimi hem zihnimi en zorlu süreçlerden geçirdim. Kelimenin tam anlamıyla.

Milan’a geri döndüğümde, tamamen farklı bir seviyeye çıkmam gerektiğini biliyordum. Bu yüzden söylediğim her şeyin arkasında durmaya ve sözlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Babama, kendime ve aileme verdiğim sözü tutmaya çalışıyorum. Hem kendi hedeflerime hem de takımın hedeflerine ulaşmak için… Herkes için.

EH: Geçen Mart ayında babanın vefatından bahsettin. Bu sezon da, Barcelona’yı deplasmanda yendiğiniz ve 33 ile kariyerinin en yüksek sayısını attığın maçtan sonra da bunu dile getirdin. O gece babanın seninle olduğunu söylemiştin.

Bu kaybın senin için büyük bir etkisi olduğu çok açık.

Z.L.: Evet, gerçekten büyük bir etkisi oldu. Öncelikle, olayın nasıl geliştiğini anlatayım. Profesyonel bir basketbol oyuncusu olmaya karar verdiğimde, bu hayata kendimi tamamen adadım. Basketbola takıntılı hale geldim. Gelişime takıntılı hale geldim. Takımlar için ne yapmam gerektiğine, harika bir oyuncu olmak için neler yapmam gerektiğine odaklandım. Talepkâr koçlarla çalışmak için nasıl bir oyuncu olmam gerektiğine… Onlar için, oynadığım kulüp için, kazanabilmek için en iyi versiyonuma ulaşmaya çalıştım.

Bu kariyerimde sekizinci yılım ve yıllardır EuroLeague’de en yüksek beklentilere sahip koçlarla oynuyorum. Bunu düşündüğünde gerçekten çılgınca bir şey.

Ama babam öldüğünde, her şey en derinden sarsılma yaşadı. Basketbol oynarken, en üst seviyeye geldiğinde, bir noktada “ünlü” statüsüne ulaştığında, bununla birlikte gelen her şeyi elde edersin. Büyük kulüplerle oynarsın, sevdiğin işi yaparsın. Bunların hepsi birer nimet.

Sonra bir anda böyle bir şey olur. Ve ne kadar paran olursa olsun onu geri getiremezsin. Ne kadar ünlü olursan ol, bunu düzeltemezsin.

Bir maç oynadıktan sonra annem beni aradı. O sırada Barcelona deplasmanındaydım. Babamın iyi olduğunu umarak bir sonraki maçı da oynamaya karar vermiştim.

Ama eve vardığımda babam bir makineye bağlıydı. Onunla konuşamadım. Son kez birlikte gülüp eğlenemedik. Hiçbir şey. O sadece o makineye bağlıydı ve mücadele ediyordu.

Elimizden gelen her şeyi yapmaya çalıştık. Ama ben hiçbir şey yapamadım. Herkes bana bakıyordu. Çünkü sanırım, ailece üstesinden geldiğimiz tüm zorlukları aşmış ve bir yerlere gelmiş kişi olarak görüyorlardı beni. Geldiğimiz yer, Dallas’ın o bölgesi hiç kolay bir yer değil. Ve herkes bana bakıyordu ama ben hiçbir şey yapamıyordum.

Hayatımda ilk kez savunmasızdım. Güçsüzdüm. Bu beni tamamen sarstı. Her şeyi sorgulamama neden oldu. Basketbolu sorguladım. Hayatı sorguladım. Neden basketbol oynadığımı düşündüm. Hâlâ oynamak isteyip istemediğimi düşündüm. Ve ben basketbolu seviyorum. Bu benim bütün hayatım.

Ama hayatımda hiç böyle düşünmemiştim. Daha önce hiç bu kadar karanlık duygular hissetmemiştim. Hiç bu kadar derin bir çöküş yaşamamıştım.

Bütün yıl boyunca ailem de bazı sorunlarla uğraşıyordu. Farklı şeyler. Bunlar da doğal olarak bir oyuncunun sahaya çıktığında zihinsel olarak etkilenmesine sebep olabilir.

Ama bu… Bu beni gerçekten dibe çekti. En dibe.

Ve ben öyle biriyim ki… Eğer birisi yapması gerekeni yapmıyorsa, ben yaparım. “Bunu da ben yaparım, şunu da ben yaparım” diye düşünürüm. Zihnim böyle çalışır. Savaşçı zihniyeti çünkü. Dedem, babam ve amcalarım beni böyle yetiştirdi.

Ama bu olay beni yerle bir etti. Babamla konuşamadığım, paylaşamadığım çok şey vardı.

En dibe vurduğunda, yeniden inşa etmek zorundasın. Gidebileceğin başka bir yol kalmaz. Daha fazla düşemezsin. Bu saf gerçek.

EH: Yani gerçekten basketbolu bırakmayı düşündün, öyle mi?

Z.L.: Aklımdan geçen düşünceler o kadar kötüydü ki… Kimsenin yaşamasını istemem. Düşmanım yok ama olsaydı bile, en kötü düşmanımın bile böyle hissetmesini istemezdim. Basketbol benim tüm hayatım. Ailemin de tüm hayatı. Herkes basketbolu seviyor. Lisede oynamaya başladığımdan beri herkes bu oyuna takıntılı hale geldi.

Bence iyi bir oyuncu olmanın ilk şartı zihinsel gücün. Ailenden uzaktasın. Onları göremiyorsun. Ben Avrupa’dayım, ailem Amerika’da. Buraya geliyorsun ve kendine şunu soruyorsun: “Bütün bunlar ne için?” Sürekli maçtan maça gidiyorsun. Yorucu. Evet, bunun karşılığında para kazanıyorsun, ama…

Bedenini ve zihnini bu tempoya hazırlıyorsun. Ama yine de kendine soruyorsun: “Bunu neden yapıyorum? Ne için uğraşıyorum?”

Aklına gelebilecek her soruyu soruyorsun. Devam etmek istiyor musun? Bırakmak istiyor musun? Bir aile kurmak istiyor musun? Çünkü ben tam bir aile insanıyım, ailemi çok seviyorum.

O noktada hayatımın en dip noktasındaydım. O karanlık yerden çıkmak için, bambaşka bir seviyede savaş vermen gerekiyor. Yepyeni bir engeller zinciriyle başa çıkman gerekiyor. Yanmış bir evi yeniden inşa etmek gibi. Ve bunu başarmak, ailemin gücünü gösteriyor. Çevremdeki herkesin desteğini gösteriyor.

Bu tam anlamıyla sıfırdan başlamak. Hayır, sıfırın bile altından… Bir ev inşa ettiğini düşün. Ve o ev tamamen yıkılmış, yok olmuş. Elinden hiçbir şey gelmiyor. Yanıp kül olmuş.

Bilmiyorum, hâlâ iki ebeveynin hayatta mı? Umarım öyledir…

EH: Babam birkaç yıl önce vefat etti. Durum biraz benzerdi. İnsanı asıl mahveden şey, o çaresizlik hissi. Orada duruyorsun ve her şey kontrolünün dışında.

Farklı ne yapabilirdim diye düşünmeden edemiyorsun.

Z.L.: Kesinlikle öyle. Babam bedenine ve sağlığına çok da iyi bakmazdı. Ve ben her zaman onunla bu konular hakkında konuşmaya çalıştım. Ama insan kendini içten içe yiyip bitiriyor. Neden beni dinlemedi? Yeterince çaba gösterdim mi? Bu durumu önlemek için elimdeki imkânları yeterince kullandım mı?

O kadar dibe vurmuştum ki… Sanki tamamen yanıp kül olmuş bir ev gibiydim. Hiçbir şeydim.

Üstelik o kadar gençti ki… Henüz yaşayamadığı çok şey vardı. Birlikte deneyimleyemediğimiz çok şey vardı.

Bu yüzden yeniden başlamak gerekiyordu. Sezonu tamamlamak için geri dönmek istedim.

EH: Basketbola geri dönmek ve yeniden oynamak istediğini fark ettiğin belirli bir an, olay veya konuşma oldu mu? Seni o karanlık düşüncelerden kurtaran bir şey?

 Z.L: Belgrad’a dönüp sezonu tamamlamak için uçağa binmeden önce oldu. Büyük bir aile toplantısı yaptık. Onlar beni hiç bu kadar duygusal görmemişlerdi. Çünkü ben o güçlü, sağlam adamım, değil mi?

O aile toplantısı çok duygusaldı. Çok fazla gözyaşı döküldü. Annem her zaman benim en büyük destekçimdir. Tüm aile bir araya geldi ve benimle konuşup destek oldukları için onlara minnettarım. Hayatımın önemli anlarında yaptığımız aile toplantılarına benziyordu. İlk kez Dallas’tan ayrıldığımda, ilk kez üniversiteye gittiğimde, ilk kez Avrupa’ya geldiğimde… Bana “Bunu yapmalısın” dediler. “Gitmelisin. Sen bizim temel direğimizsin. Sen o kişisin.”

Babam hastanede o tüplere bağlıyken herkesin bana baktığını hatırlıyorum. Ne yapacağımızı anlamaya çalışıyorlardı. Konuştuk. Dediğim gibi, hayatımın en dip noktasındaydım. Ama artık geri dönme ve yeniden başlama zamanıydı. Kaybedileni yeniden inşa etme zamanı. Yanıp kül olan o evi, yani beni, yeniden inşa etme zamanı. Ve bunu yapabilmek için bir üst seviyeye çıkmam gerektiğini fark ettim.

Basketbol oynayabildiğim için her zaman şükretmişimdir. Ama böyle bir şey yaşadığında, küçük anların değerini daha da iyi anlıyorsun.

Örneğin, son bir haftayı yolda geçirdik. Üç deplasman maçı üst üste… Almanya, Litvanya ve sonra Sardinya. Bir hafta boyunca seyahat ettiğimizi fark ettim. Sabah uyandım ve bunu deneyimlediğim için minnettar hissettim. Bir dua ettim ve tekrar şükrettim. Küçük şeyler için. Öğrenme fırsatı için. Dünden çıkarmam gereken dersi almak için. Neyse ki, bunu yapabilmek için buradayım. Gerçekten minnettarım. Bazen bazı şeyleri hafife alıyorsun.

Ama insanı en derinden sarsan bir şey yaşadığında, seni tekrar kendine getiren küçük şeyler oluyor. Daha fazla kök salıyorsun ve her şeye daha fazla şükrediyorsun. Bütün yolculuğa. Bütün sürece. Her şeye.

Sezonu tamamlamak için geri dönmek benim için gerçekten bir yeniden başlangıçtı. Zihnim için. İç dünyam için. Oyuna bakış açım için. Çünkü hâlâ bir savaşçıyım. Hâlâ en iyisi olmak istiyorum. Hâlâ EuroLeague kazanmak istiyorum. Bu, kariyerimdeki en büyük hedefim. Bunu her zaman yüksek sesle söyledim. EuroLeague şampiyonu bir takımın parçası olmak istiyorum. Bunu deneyimlemek istiyorum. Bunun için savaşıyorum. Her gün hem bedenimi hem zihnimi bu hedef için zorluyorum.

EH: Yaz döneminde çalışmalarında neyi değiştirdin? 

Z.L.: Gerçekten sıfırdan başladım. Bir kondisyoner ile anlaştım, Sebastien [J. Morin]. Kendisi Fransız ve benle birlikte Milano’ya geldi. Beni her gün tetikte tuttu, özellikle de belirlediği hedefler konusunda. Basketbol koçlarım Barrington Stevens ve Tyler Relph ile birlikte gerçekten salona kapandık. Kapıları kilitledik, ışıkları kapattık.

Beğenmediğim şeyler vardı. Şut yüzdelerine, küçük detaylara baktım. Synergy kliplerini izledim, her şeyi analiz ettim. Üzerinde çalışmak istediğim şeyler vardı. Sevmediğim şeyler vardı. Bunları binlerce, hatta milyonlarca kez tekrar ettik.

Ağırlık salonuna girdik. Diyetimi değiştirdik. Ve bu hiç bitmeyen bir süreç. Her gün devam eden bir süreç. Sabah uyandığım andan itibaren her şey bu sürecin bir parçası. Benim için harika bir oyuncu olmak bambaşka bir takıntı seviyesi gerektiriyor.

Konuşmaya başlarken de söylediğim gibi, iyi bir oyuncu olmak güzel bir şey. EuroLeague’de iyi bir oyuncu olarak tanınıyorsun, taraftarlar seni biliyor ve takdir ediyor. Ama Spanoulis, Kyle Hines, Saras gibi biri olmak… Saymaya devam edebilirim. Şampiyonlar. Harika oldukları için hatırlanan oyuncular.

Ben de o seviyeye çıkmak istedim. Ve bunu yapabileceğimi hissediyorum. Ama… bunu benim dışımda kimse yapmayacak. Bu tamamen kendime hesap vermemle ilgiliydi. Her gün salona gelip, yapmam gerekenleri yapmakla ilgiliydi.

EH: EuroLeague maç sonrası röportajlarında bazen Dallas’taki mahallene selam gönderiyorsun. Memleketindeki toplulukla kurduğun bağ senin için ne kadar önemli?

Z.L.: Bunu konuyu açman komik oldu, çünkü çocukken babam bana futbol koçluğu yapıyordu. Mahallemizdeki birçok insana koçluk yaptı. Beni ve birlikte büyüdüğüm birçok çocuğu çalıştırdı. Ve hepimiz büyüdük, bir yerlere geldik. Spor yaptık, farklı alanlara yöneldik, üniversiteye gittik. Babam benim çocukluğumda gerçekten önemli bir figürdü.

Onun vefat haberini alan mahalledeki arkadaşlarım, herkes bana ulaştı. Çünkü babam onların çoğunun ilk koçuydu. O günleri hatırladık. Mahallede birlikte oynadığımız günleri. Posta kutularına doğru koştuğumuz zamanları, kavurucu sıcakta futbol oynadığımız günleri… Bize nasıl bağırdığını hatırladık. O askerdi, bu yüzden çok sert ve disiplinliydi.

Bu disiplin beni bir savaşçıya dönüştürdü. O zamanlar bunun farkında değildim, ama o ne yaptığını biliyordu. Küçük bir çocukken anlamıyorsun tabii. “Baba, neden bana bağırıyorsun? Neden hep bu kadar sertsin?” diye düşünüyorsun. Ama aslında en iyisi için yapıyordu.

Bu yaz mahalleme geri döndüm. Uzun süredir gitmemiştim. Her yaz antrenman yapıyor, çalışıyor, farklı yerlere seyahat ediyordum. Yaz Ligi’ne katılıyordum. Ama geçen yaz, “Bu kez hiçbir yere gitmiyorum” dedim. Büyüdüğüm mahalleye, East Dallas’a geri dönmeye karar verdim. Mahalleye ve etrafımdaki insanlara bir şeyler vermek istedim. Babam her zaman bunu isterdi. Pro-Am turnuvalarına giderdik. Şehirde olup bitenleri, başarıya ulaşan insanları konuşurduk.

Tüm bunlar yaşandıktan sonra gerçekten mahalleme bir şeyler vermek istedim. Pro-Am turnuvasında oynadım. SwinCity Pro-Am’de, çocukluk arkadaşlarımla birlikte oynadım. Uzun zamandır birlikte oynamamıştık ve bana “Kardeşim, geri dönmen inanılmaz bir şey” dediler. Bütün yazımı Dallas’a, mahalleme, şehre katkı sağlamaya adadım.

Bu fırsata sahip olmak gerçekten bir lütuftu. Benden sonra gelen genç oyunculara dokunabilmek, onlara ilham verebilmek… Babam artık hayatta olmasa da ona daha yakın hissetmemi sağladı. Çünkü bunun onun istediği bir şey olduğunu hissettim. Mahalleye geri dönmemi istiyordu.

Bu, benim zihnim için, her şey için en iyisiydi.

Büyüdüğün insanlarla olmak… Onlarla her zaman aynı seviyede kalıyorsun. Bu hiç değişmiyor. Profesyonel oyuncu olman önemli değil. Mahallene döndüğünde sen sadece Zach’sin. Çevreden “Küçük Z” olarak bilinen çocuk… Yine o kişi oldum.

Bu bana çok iyi geldi. Onlar benim nasıl bir oyuncuya dönüştüğümü görüyor ve gurur duyuyorlar ama önemli olan sokaklarda, parklarda oynamaktı. Dizi kanayana kadar düşmek, yere fırlatılmak… Büyük, yaşça büyük adamlarla oynamak… Quincy Acy’ye karşı oynadık. Sert oyunculara karşı oynadık.

Ve bu bana tekrar sert olmayı öğretti. Nasıl ayağa kalkacağımı tekrar öğrendim.

EH: Kulağa oldukça doğal ve iyileştirici bir süreç gibi geliyor.

Z. L.: Aslında tam olarak buydu. Beni babama bağladı. Ve birlikte olduğum herkes de babama bağlıydı. Tek eksik olan şey, babamın bize bağırmasıydı.

Bu sürecin bir parçası olmak, tüm yolculuğu yaşamak… Bunu anlamak, buna saygı duymak… Nereden başladığımı görebilmek…

Benim yolculuğum çılgıncaydı. İki farklı lise, iki farklı üniversite… İyi bir oyuncudan harika bir oyuncuya dönüşmek için bir adım atmak. Bir sonraki sıçramayı yapmak… Bunu başarabilmek için zihinsel olarak hem bedenimi hem de aklımı bir üst seviyeye taşımam gerektiğini biliyordum. O zihinsel sıçramayı yapmalıydım.

Mahalleye geri dönüp çocukluk arkadaşlarımla oynamak, eski günlere dönmek… Bu bana gerçekten ihtiyacım olan gücü verdi.

EH: Mediyason yapmaya da geçtiğimiz yaz mı başladın?

Z.L.: Belgrad’da yıllarca oynadığında, bir tür meditasyon yapmak zorundasın. Kızılyıldız’a karşı sahaya çıkmak, adeta savaş gibi geçen bu maçlarda oynamak için zihinsel olarak hazırlanman gerekiyor. Ama şu an yaptığım meditasyon beni bambaşka bir seviyeye taşıyor. Bu sadece kendimi “savaş atmosferine” hazırlamakla ilgili değil. Bu, benim kendime karşı verdiğim bir mücadele. Beni durdurabilecek tek kişi benim.

EH: ASVEL maçından sonra söylediğin “Bir nokta geliyor, insanlar görünmez bir duvara çarptığınızı söylüyor. S*çayım öyle duvara. S*ktiğimin duvarını yıkıp geçmek, ne yapmak lazımsa onu yapmak gerekiyor. Bugün takımıma yardımcı olmak istedim. Konsantre olup küçük işleri yapmak istedim” sözlerini biraz açar mısın? Beni yanlış anlama, oyuncuların kendilerini dürüst bir şekilde ifade etmelerini seviyorum. 

Z.L.: Bu, o evi yeniden inşa etme sürecinin bir parçası. Ne yaparsam yapayım, gelip bunu yapacağım ve hiçbir şey için özür dilemeyeceğim. Kendim olacağım. Tabii ki profesyonellik her zaman önemli.

O anda oyunda yapmam gereken birkaç şey vardı. Koçlar benden daha dikkatli olmamı istemişti. Sezon uzun ve bazen zorlu bir dönemden geçiyorsun. Birkaç maç kaybediyorsun ve kendini sorgulamaya başlıyorsun. “Acaba hâlâ kendimde miyim?” diye düşünüyorsun. Daha iyi olmak istiyorsun.

İşte sezonun o anında, kendimi sürekli duvara çarpıyormuş gibi hissediyordum. Sonra dedim ki, “S*ktir et.” Artık o duvara çarpmayacağım, onun içinden geçeceğim. Ve bunu yaptım. O duvarı aşmayı başardım.

Sezon boyunca çok fazla maç var. Bedenin ve zihnin bazen yoruluyor. Bir şeyler yapmaya, takım arkadaşlarına yardım etmeye çalışıyorsun. Birinin açığını kapatmaya, başka bir görevi üstlenmeye çalışıyorsun. Dediğim gibi, ben harika olmak istiyorum. Takımıma liderlik etmek için ne yapmam gerekiyorsa onu yaparım. Bazen başkası için savaşmam gerekiyorsa, onun için savaşırım. Eğer bu uğurda aşırı yorulmam gerekiyorsa, buna da razıyım.

Bu yüzden o duvarın içinden geçmek zorundaydım ve geçtim. Bu, zihinsel hazırlığın bir parçası. Yazdan beri üzerinde çalıştığım ve her gün uyguladığım şeylerden biri. Kendime hesap vermek.

Günün sonunda bu, tamamen benim kendimle olan savaşım. Kendi standartlarımı yüksek tutuyorum ve her gün bu seviyeye ulaşmak zorundayım.

 

EH: Belki benim düşüncem ama bu sezon tepkilerin biraz daha canlı görünüyor. Maç sırasında kritik anları kutlama şeklin, yüz ifadelerin, taraftarlarla girdiğin iletişim…

Z.L.: Ben her zaman yüksek enerjili bir oyuncu oldum. Partizan’da da, Zalgiris’te de öyleydim. Bu sezon gerçekten odaklanmış durumdayım ve kendimi bir üst seviyeye taşımaya çalışıyorum. Daha önce oynadığım tüm takımlara bakabilirsin, her zaman enerji getirdim.

Bu tamamen kendim olmaktan ve olduğum gibi davranmaktan ibaret. Hiçbir şey için özür dilemeden, tamamen kendim olarak sahada oluyorum.

EH: Milano taraftarlarına saygısızlık olmasın ama Partizan taraftarları bu konuda daha iyi gibi. Çok daha yüksek ses, maçın ilk dakikasından itibaren.

Z.L: Günün sonunda, belki de burada önemli olan şey bu enerjiyi taraftarlara da yansıtmam. Onları harekete geçirmek, bu enerjiyi kulüp kültürüne, koçlara, oyunculara, herkese taşımak.

Bunun gerçekten fark yaratan bir şey olduğunu düşünüyorum ve işte bu, maçları kazandıran şey. O enerji, o odaklanma, o hırs, adanmışlık, kararlılık…

EuroLeague’de bazen en iyi geceni geçirmesen bile bu tip faktörler maç kazandırır. Eğer içinde o savaşçı ruhu, o enerjiyi ve bir üst seviyeye çıkmak için gereken mücadele gücünü taşıyorsan, kazanma şansın her zaman vardır. Tabii ki doğru taktikler ve oyunun içinde zeka ile desteklendiğinde.

EH: Bu sezon Milano’da bulduğun Ettore Messina, 2020’de takıma ilk katıldığında tanıdığın Messina’ya kıyasla ne kadar farklı?

Z.L.: İlk geldiğimde çok gençtim. 26 yaşındaydım. Takımda Kyle Hines, Chacho Rodriguez, Gigi Datome gibi efsane isimler vardı. Büyük oyuncular. Ayrıca Vladimir Micov, Malcolm Delaney, Kevin Punter gibi önemli isimlerle oynuyorduk. O zamanlar sadece genç bir oyuncuydum. Takımdaki en gençlerden biriydim, ben ve Shavon Shields.

Genç bir oyuncu olarak, çoğu konuda söz sahibi olmuyorsun. Sadece akışa kapılıp gidiyorsun.

Her gün antrenmana gelip herkesin rutinlerini takip ediyordum. Kyle Hines’ı izliyordum. Büyük oyuncuların nasıl hazırlandığını, kendilerini nasıl taşıdıklarını, vücutlarını ve zihinlerini nasıl hazırladıklarını gözlemliyordum.

Ve aynı zamanda büyük oyuncuların nasıl koçluk edildiğini de gördüm. Eğer Ettore Messina, Kyle Hines’tan hesap sorabiliyorsa, ben kimim ki? Eğer Messina; Chacho, Gigi, Malcolm Delaney gibi isimlerden hesap soruyorsa, ben kimim?

Bunu görmek, öğrenmek ve anlamak benim için büyük bir deneyimdi.

Ayrıca bu, benim ilk Final Four tecrübemdi.

EH: Bir boş şutun kaçması ve rakibin sokması, sizi şampiyonluk maçından etmişti. 

Z.L.: Kesinlikle. Bu basketbol. Bu hayat. Geriye dönüp baktığında her şey netleşiyor. Bu benim sık sık söylediğim şeylerden biri. Günün sonunda, böyle bir ortamın parçası olmak harikaydı.

Biz takım olarak Final Four’dan başka bir şey düşünmüyorduk. Sezonun ilk gününden itibaren koyduğumuz hedef buydu. Eğer bu hedefle antrenman yapmıyorsan, bedenini ve zihnini bu doğrultuda hazırlamıyorsan, maçlara bu bakış açısıyla çıkmıyorsan, zaten yanlış yapıyorsun. Biz her gün bu mentaliteyle sahaya çıkıyorduk ve bu da bende kalıcı bir iz bıraktı.

Partizan’daki deneyimimden sonra buraya geri döndüm. Çünkü Partizan’dayken de bir Final Four takımının parçası olduğumu hissediyordum. Tabii ki Real Madrid’e karşı oynadığımız Playoff serisindeki olaylar (ikinci maçta yaşanan kavga) işin seyrini değiştirdi. Bu gerçekten talihsizdi.

İki farklı Final Four takımının parçası olmak… Edindiğim tüm tecrübeyi getirmek. Lider olmak. Partizan’dayken takımın liderlerinden biriydim. Kevin Punter ile birlikte takıma liderlik etmek için imza atmıştık. Adeta kaptan ve yardımcı kaptan gibiydik. Sonra Mathias Lessort ve Dante Exum kadroya katıldı ve hepimiz birbirimizi sorumlu tuttuk.

Partizan gibi özel bir kulüpte lider olmak ve her gün Zeljko Obradovic gibi bir koç tarafından çalıştırılmak, onun standartlarına göre şekillenmek… Bunları yaşadıktan sonra Milano’ya gelmek benim için farklıydı. Çünkü artık başka bir takımın liderlerinden biri olarak geri dönmüştüm.

Bu, sadece geri dönmek değil, başka bir takımın kaptanı gibi dönmekti. Daha tecrübeli, daha olgun bir oyuncu olarak Milano’ya geldim. Zeljko’dan öğrendiğim dersleri buraya taşıma fırsatı buldum.

Ettore Messina ile harika bir ilişkim var. Dallas’ın doğusunda büyümüş biri olarak her zaman koçlarımla kolay iletişim kurabiliyordum. Onlarla konuşabiliyor, bazen şakalaşabiliyordum. En ciddi olanlarla bile.

Şimdi, Ettore’nin sistemine uyum sağlayabiliyor ve onun Milano için yapmak istediklerini sahada uygulayabiliyorum. Bu benim için büyük bir nimet. Çünkü bu, tamamen liderlik rolüme adım atmamı sağlıyor.

EH: Herkes senin gibi o duvarı yıkıp geçmiyor, değil mi?

Z.L.: Onlar etrafından dolanmak isteyebilir. Daha uzun yolu tercih edebilirler. Ama ben, doğrudan içinden geçmek istiyorum.

Tabii ki herkes benim gibi düşünmüyor. Ama dürüst olmak gerekirse, bu benim için büyük bir nimet oldu. Çünkü zihnimi daha da genişletme, farklı konseptleri anlama ve farklı karakterdeki oyuncuları nasıl yöneteceğimi öğrenme fırsatı buldum. Yeni bir grubun içine dahil olabilmek benim için büyük bir deneyimdi.

Ayrıca burada birine özellikle teşekkür etmek istiyorum: [Milano yardımcı koçu] Milan Tomic.

Takıma geldiğim ilk gün, beni en yüksek standartlara göre sorumlu tuttu. Hemen, hiç beklemeden. Bana şunu söyledi: “Harika bir oyuncu olma potansiyelin var. Ve ben seni bu standarda göre değerlendireceğim. Eğer düşersen, sana gelip bunu söyleyeceğim. Seni yönlendireceğim ve sana gerçeği söyleyeceğim.”

Bizim ilişkimiz de bu temelde gelişti.

EH: EuroLeague şampiyonluğu hedefinden bahsettin. Ancak insanlar – oyuncular, gazeteciler, taraftarlar – 2025 Final Four tahminlerini yaparken Milano’yu neredeyse hiç dahil etmiyorlar.

Milano neden Final Four’da yer alacak dye sorsam ne söylersin?

Z.L.: Bu takıma inanıyorum. Çünkü burada sahip olduğumuz liderlere inanıyorum. Nikola, ben, Shavon. Birlikte bunu başarabileceğimize, çalışmaya devam edebileceğimize inanıyorum. Bu bizim hedefimiz. En büyük hedefimiz. Zaten bunun için oynuyoruz.

Basketbolda geriye dönüp baktığında her şey netleşir. Ama önceden ne olacağını asla bilemezsin. Bu sezon, EuroLeague kariyerim boyunca gördüğüm en öngörülemez sezonlardan biri.

Ama ben her gün yaptığımız işe inanıyorum. Ortaya koyduğumuz enerjiye inanıyorum.

Biz oyuncular olarak sahaya çıkıp her şeyimizi veriyoruz. Ve neyin peşinde olduğumuza inanıyorum.

Photos by EuroLeague Basketball, Olimpia Milano and Getty Images