NBA’de İş Bulma Rehberi

02/Nis/18 11:06 Mayıs 17, 2020

Bugra Uzar

02/Nis/18 11:06

Eurohoops.net

Sizin de Erik Spoelstra gibi NBA dünyasında hiçbir tanıdığınız ya da bağlantınız yok mu? Hiç profesyonel basketbol da oynamadınız? Ama dünyanın en büyük basketbol liginde iş bulmanız (çok zor da olsa) mümkün. Eurohoops Çeviri dünya üzerindeki en zorlu ve eğlenceli kariyer hedeflerinden birini yolunu sizin için aydınlattı.

by Ben Falk / Çeviri: Anıl Can Sedef

Bu yazı ilk olarak “How to Get a Job in the NBA?” başlığıyla 14 Kasım 2017 tarihinde CleaningtheGlass.com’da yayınlanmış, uyarlanarak çevrilmiştir. 

Rüya

Portland’daki ilk günüm tam bir karmaşaydı. Üniversiteden mezun olur olmaz Blazers’da tam zamanlı bir iş için Pacific Northwest bölgesine taşınmıştım. Haziran ayının başında, draft’a bir aydan kısa süre kalmıştı. İşte ben o sıralarda yeni ofisime gidip antrenman tesislerini öğreneyim diye tura çıkarıldım. Bina o kadar büyük sayılmazdı, kısa süre içinde bana evim kadar tanıdık olacaktı ama o ilk gün, labiretten farksızdı. Çok yakında yakın arkadaşlarım olacak yeni meslektaşlarımın yüzleri beni hoş karşılayan yabancı yüzlerden ibaretti. Bu kadar çok ismi hatırlamama imkan yok, diye düşünüyordum.

Ama bir tanışma anını hiç unutmayacağım. Son köşeyi döndüğümde, orada koridorun sonundaydı. Kaleb Canales, Blazers’ın yardımcı koçlarından biri. “Benny!” diye bağırıp bana doğru koştu ve beni kocaman kucakladı. Daha önce birbirimizi hiç görmemiştik. İçimden “Kim yahu bu adam?” diye düşünüyordum. Daha sonra öğrenecektim: O Kaleb’dı.

Ve Kaleb böyle biriydi: Görüp görebileceğiniz en sıcak kanlı, samimi ve insan canlısı insanlardan biriydi. Çalışkanlığı, çalışma ahlakı ve oyuncularla bağ kurma becerisine ilk elden şahit olmak inanılmazdı. Kaleb gençken kendine bir hedef koymuştu: 35’ine geldiğinde NBA’de koç olacaktı. Laredo, Texas’ta yüksek seviye basketbolla hiçbir bağlantısı olmadan büyümüştü. Yani NBA koçluğu yerine aya gitmeyi hayal etse çok da firk fark olmazdı. Ama kişilik özelliklerinin saf gücü ve biraz da şansla NBA’e ulaşmayı başarmıştı. Yani aslında hedefine ulaşmıştı.

Lisede koçluk yaparak başlamıştı yolculuğu. Sonra Texas-Arlington Üniversitesi’nde yardımcı koç olmak için daha az paraya razı olmuştu. Texas-Arlington’daki teknik ekip Kaleb Canales gibi çok insana denk gelmeyeceklerini bildiklerinden onu işi almışlardı. Tıpkı benim Portland’daki ilk günümde fark ettiğim ve San Antonio Express-News’ün daha önce yazdığı gibi:

“Üniversitedeki işi birkaç yıl önce lisans diplomasını aldığı sırada takım menajeri olarak bıraktığı izlenim sebebiyle almayı başarmıştı. Ve o görevi de o sırada takım için oynayan en iyi arkadaşı Hecky Noyola üzerinde bıraktığı izlenim sayesinde kapmıştı.

“Koça antrenmanımızı izleyip izleyemeyeceğini sordum. Hemen yerdeki terleri süpürmeye ve su dağıtmaya başladı. Yaptığı her şeyle gurur duyduğu her halinden belliydi.”

Kaleb, Texas-Arlington’dan NBA’e giden yolu araya araya buldu. Önce NBA’de oyunculuk tecrübesi ya da içeriden bağlantıları bulunmayan insanların ilk adımı nasıl attıklarını araştırdı ve çoğunun video analiz odasından yola çıktığını fark etti. Bunun için video koordinayon stajyeri olmak için her şeyi yapmaya karar verdi. Erik Spoelstra onun gitmeyi umduğu yoldan gitmişti, dolayısıyla ulaşılacak adam belliydi: “Canales geleceğin Miami Heat koçunu el yazması mektuplara boğmaya başladı. Hedefi kendisi için bir staj ayarlamaktı. Spoelstra her hafta özel bir motivasyon sloganıyla gelen mektuplara artık alışmıştı. Canales aslında haftada bir değil her gün bir tane gönderdiğini kendi hırsından utanarak itiraf edecekti.”

Elbette iz bırakan Kaleb’ın Spoelstra’yı mektuplara boğmaktaki ısrarı olmadı. Mektupların kendisinden çok arkasında yatanlar, içindekiler ve temsil ettikleri önemliydi. Uslanmaz bir pozitiflik, sarsılmaz bir inanç ve hayırı cevap olarak kabul etmeme konusunda değişmeyen bir inat. Heat bu üç şey sayesinde takım içinde eleman yükseltme politikasını değiştirmeyi bir kereliğine olsun düşündü. Ama sonuçta o politikaya sadık kalmaya karar verdiler. Ama Spoelstra ligdeki diğer takımları arayıp bu hırslı adama bir şans vermeleri gerektiğini söyleyecek kadar ikna olmuştu.

Blazers, Spoelstra’nın referansını kabul etme akıllılığını gösteren ilk takım olup Caleb’a maaşsız bir staj önerdi. O da cevabı düşünmeden verdi. Paranın önemi yoktu. Bu işi yapmak için ton balığı ve kraker yiyerek hayatta kalması gerekiyorsa öyle yapacaktı. Hayalini bir ucundan yakalamıştı, ne kadar zorlu olursa olsun bırakmayacaktı.

Görüntüler üzerinde incelemeler yapıp bölümler çıkararak o kadar çok zaman harcıyordu ki çoğu zaman antrenman tesislerinde oyunculara özel salondaki kanepede uyuyordu. Oyuncular gece geç saatlerde şut idmanına geldikleri zaman Kaleb kapı kilidinin tıkırtısına uyanıp oyuncular içeri girer girmez ayaklanıyor, antrenmanda ribauntçuları olmak için sahaya koşuyordu.

Kendine has kişiliğini orada da gösterdi, oyuncularla kısa sürede yakın ilişkiler kurdu. O dönemin koçu Nate McMillan bunu fark etti ve Kaleb video koordinatörlüğüne, oradan da teknik ekibe terfi etti. 2011-12 sezonunun ortasında McMillan kovulduğunda yılın kalanında kadroyu enerji ve tutkuyla oynatacak, ilham verici bir isim aranıyordu. Teknik kadro içerisinde bu iki özelliğin vücuda gelmiş hali misali bir adam olduğunu fark ettiler. Böylece Kaleb Canales 33 yaşında, kendisi için koyduğu inanılmaz büyük hedefi hedeflediğinden iki yıl önce gerçekleştirerek, NBA’de koç oldu. (Canales sezon sonunda baş antrenör pozisyonu için finalist adaylardan biriydi ama takım Terry Stotts’ı tercih etti. Canales bir sezon daha yardımcı olarak Blazers’da kaldıktan sonra aynı görevi yerine getirdiği Dallas Mavericks’e geçti.)

Kaleb’ın öyküsü birçok insanı kendisinin de böyle bir hikaye yazabileceğini inandırıyor. Tabii ki “o şans” verilirse. Ama Kaleb istisnalar içinde dahi bir istisna. Onun gibiler çok, çok nadir yetişiyor. Birçok insan mesele NBA’de çalışmak olunca önce soğuk ve sert bir matematiksel gerçekle karşılaşıyor: Sadece 30 takım ve onların içerisinde de bir avuç giriş seviyesinde basketbol operasyonları pozisyonu var. Ve binlerce insan o pozisyonlarda yer almak için uğraşıyor.

Bu sayılar NBA yönetimlerinde işe alma süreçlerinin işleyişini belirliyor. Takımlar görece kısıtlı zamanda görece küçük kadrolarla çalışıyor. Boş bir pozisyon için gelen sayısız özgeçmişi gözden geçirip doğru olanı bulmak kolay bir iş, hatta çoğu zaman bir öncelik değil. Bu durumda takımlar onlar için işi kısa sürede kolaylaştıracak bilgilere bakıyor: Yani bağlantılar, tavsiyeler, referanslar ya da basketbol tecrübesi.

Tam da bu sebeple giriş seviyesindeki işler olabildiğince az maaş veriyor. Çok basit bir arz/talep hesabı bu. Bu kadar az olan bir şey bu kadar çok isteniyorsa yarışçılar kapmak için maaş taleplerini (koca bir hiçe kadar) indirmekte sakınca görmüyor. Diğer yandan adaylar her takımda çalışabilecek insanlar, dolayısıyla neden birine diğerinden daha çok para versinler ki?

NBA’de bir iş istiyorsanız anlamanız gereken ilk şey bu. Hesap net ve değiştirmeniz mümkün değil. İşin sonunda ne olursa olsun hedefinize ulaşmak için eser miktarda şansa ihtiyacınız var. Ama tabii ki şansınızı artırmanın bazı yolları da var.

Benim Hikayem

Benim NBA’deki yolumu açan şanstan başka bir şey değildi. Gittiğim yol benim tasarladığım bir yol ya da yolculuğun herhangi bir noktasında benim için bir yere varacağını düşündüğüm bir yol değildi. Çoğu açıdan benim hikayem sadece doğru zamanda doğru yerde olmakla ilgiliydi.

Malcolm Gladwell’in ünlü kitabı Outliers’da bu hikayeyi doğru şekilde anlattığını düşündüğüm bir bölüm bulunuyor. Tarihin en zengin 75 insanının bulunduğu bir listeden söz ediyor. Gladwell bu listedeki 75 kişiden 14’ünün 19. yüzyıl içerisinde 9 yıl içerisinde doğan Amerikalılar olduğunu fark etmiş. Büyük zenginliklerini tarihin özel bir noktasında dünyaya geldikleri için elde etmiş bu isimler. Amerika, Ensdüstriyel Devrim’in hasadını yapıp büyük karlar elde ederken hükümet de zenginliğin belli bir kesimde yoğunlaşmasına müsaade etmiş. Rockefellers ve Carnegies özellikle kendi zamanları için bile istisnai bir zenginlik elde etmişler ama bulundukları zaman ondan da istisnaiymiş. Yani zenginleşme hızları kendilerinden çok bulundukları ortamla ilgiliymiş.

Ben de tıpkı outlier’lar gibiydim: Doğru yaşta, doğru ilgi alanlarıyla, doğru zamanda, doğru yerdeydim. Dijital veriler dünyayı değiştirirken daha önce yüzüme kapanacak kapaları ardına kadar açtılar. Beden daha önce gelenler, tüm başarılarına ve niteliklerine rağmen o kapının dışında kalmış ve ne yaparlarsa yapsınlar açamamışlardı. Benden sonra gelenlerin çoğu önündeki ve ardındaki kalabalıktan geçemedikleri için başaramamıştı. Bilmiyordum ama ben tam o kapıdan geçmek kolaylaşmışken geçmiştim. Yani kolu çevirip açmamda pek özel bir şey yoktu.

Ama hikayemden öğrenebilecek birkaç şey var.

Her şey lisede başladı, bir grup insanın kendi aralarında oynamak için açtıkları fantasy basketbol ligine davet edildim. O zamanlar böyle bir şey hazır olarak yoktu, dolayısıyla ESPN ya da Yahoo kullanmak mümkün değildi. Kurallarını kendi koymuşlar, bunun için kendi web sitelerini yapmışlardı. Bunu gördüğümde kafamda bir ampul yandı. Demek kendi oyununu yapmak bu kadar kolaydı?

Fantasy basketbol her zaman en başarısız olduğum fantasy dalı olmuştu. Hem futbolda hem beysbolda çok iyiydim ama iş basketbola geldiğinde gerçek takımlar kurmak, kolay puanlar getiren yıldız oyuncular seçmek yerine dikkat çekmeyen iyi rol oyuncularını toplamak için fazla uğraşıyordum. NBA’de bu zafere giden yoldu ama fantasy dünyasında kesinlikle öyle değildi. Ama oyunu gördükten sonra şöyle düşündüm: Artık gerçekten oynamak istediğim oyunu oluşturabilirdim. Gerçekten NBA GM’i olmanın nasıl bir şey olduğunu simüle eden bir fantasy ligi kurabilirdim.

Bunu yapmak için bir web sitesi kurmayı öğrenmem gerekiyordu. Yıl 2002’ydi. Web bugünkü gibi gelişmiş bir şey değildi ama bunu bedavaya öğrenmemi sağlayacak kaynaklar da vardı. Ben de okudum, araştırdım, deney yaptım ve HTML’de istediğim şeyi yapmanın yolunu öğrendim. Benle beraber bu ligi oynamak isteyecek 19 kişi daha buldum ve fantasy ligim doğdu.

Fakat daha işim bitmemişti. Yıllar içerisinde oyunu daha gerçekçi yapmak için uğraştım, siteye yeni özellikler ekledim. Bunu öğrenmek için programlama öğrenmem gerekti, bir veri tabanı kurmayı öğrendim, web sayfasıyla iletişim kuracak script’ler yazmayı ve veri toplayıp depolamayı ve bunları göstermeyi çözdüm. Farkında değildim ama gerçek bir NBA yönetiminde çalışmam için gereken becerileri ediniyordum.

Oyunu daha gerçekçi yapma süreci sırasında bir basketbol istatistik e-posta listesine rastladım. Bu öyle sıradan, rastgele bir hayran grubu değildi. APBRmetrics’in e-posta listesinde yükselmekte olan basketbol analitiğinin önde gelen isimleri vardı. Dean Oliver, John Hollinger, Kevin Pelton, Roland Beech… Bir alanın öncüleri okuyabilecek herkesin önünde görüşlerini tartışıyordu.

Okuyabileceğim her şeyi okudum ve sorular sormaya başladım. Zamanla daha fazla bilgi, özgüven ve bilgi toparladım. Tartışmaya katılmaya başladım. Üniversitedeki ilk yılımda elimdeki verilerle gerçekten analiz yapabilir durumdaydım. İşte tam o sırada şans beni buldu. O dönem Denver Nuggets’ın Analitik Direktörü olan Dean Oliver, APBRmetrics’e takımın yaz döneminde çalışacak stajyerler aradığını duyurdu. O postayı görür görmez “Ben senin stajyerin olurum!” diyen bir cevap yazdım. Bana para ödeyecek bütçeleri olmadığını söyleyen bir yanıtla karşılık verdi ama benim seçtiğim bir projede çalışmamı istediğini söyledi. Hemen kabul ettim, Dean’le beraber oluşturacağımız her türlü projede uzaktan çalışmaya hazırdım.

O yaz göz açıp kapayıncaya dek geçti. Birkaç kısa ayda bir sürü şey öğrendim. Ve okula dönmem gereken dönemde bu fırsatı kaybetmek istemiyordum. Dean bana gelecek yaz da böyle bir şey için görüşebileceğimizi söylediğinde onu düzelttim: Ben okul yılında da çalışmaya devam etmek istiyordum.

Ve böyle de yaptım. Gelecek yıl boyunca görüntüleri inceledim, istatistikler çıkardım. 2008’de farklı takımlarla daha uzun vadeli bir pozisyon için anlaşma fırsatı çıktı, Raptors ve Warriors’la olası bir iş için görüştüm. Ama iki takım da ciddi gözükmedi ve görüşmeler somut bir sonuç vermedi. 2008 kışında, üniversitedeki ikinci yılımın başında Blazers yarı zamanlı bir pozisyonda analitik işler yapması için birini aradıklarını Dean’e haber verdi. Dean de onlara benim ismimi verince sonraki gün aradılar. Diğer takımların aksine gayet ciddiydiler. Görüşmemiz bittiğinde bana yarı zamanlı bir iş önerdiler. Onlarla uzaktan çalışacak ve okul saatlerim dışında olabildiğince çok iş yapacaktım.

Her ay okul sırasında 80 saat, okulun olmadığı yaz aylarında tam zamanlı çalıştım. Çok çalışıyordum ama zor gelmiyordu. Sonuçta bu benim hobimdi! Zamanımın büyük kısmını böyle şeylere harcıyor olmasam zaten böyle bir işim de olamazdı. Mezun olmamdan kısa bir süre önce Blazers beni tam zamanlı işe almayı kabul etti. Kep atmamdan birkaç gün sonra 2010 baharında bir gün Portland’a giden uçağa bindim.

Tags NBA