Fenerbahçe Beko – Zalgiris 3. Düello: Klasikler Arasına Giren Rekabet

24/Nis/19 14:45 Nisan 24, 2019

Utkan Sahin

24/Nis/19 14:45

Eurohoops.net

Fenerbahçe Beko ile Zalgiris Kaunas playoff serisinin üçündü maçı da bitti. Peki dün gece neler gördük? Serinin ilerleyen döneminde neler olabilir? Eurohoops Fırın yazıyor!

by Utkan Şahin / info@eurohoops.net

Tarih yaşanırken insan olan biteni bir an fark etmez derler.

Yahut demezler bilmiyorum. Belki de ben kendi içimde böyle bir sözü uydurdum. Fakat bu sözü uydurmak için haklı bir sebebim var: Fenerbahçe Beko – Zalgiris Kaunas serisinin bana hissettirdiklerini bu söz açıklıyor.

Şu anda çok farkında değiliz ama EuroLeague playoffları arasında klasiklerin arasına girecek bir playoff serisi izliyoruz. Belki ortada hücum açısından inanılmaz bir kalite yok ya da sahada EuroLeague tarihinin efsaneleri arasına girecek bir yetenek de yok. Bolca hata da görüyoruz fakat bütün bunlara rağmen ortada iki büyük koçun etrafına toparlanmış o kadar büyük bir inanmışlık var ki sadece bu bile serinin klasikler arasına girmesi için yeterli!

Dün gece (23 Nisan Salı) ise seriyi klasiklerin arasına sokan o maçı izledik. Fakat daha da önemlisi eski kıtanın basketbol tarzını ne kadar sevdiğimizi hatırladık.

Avrupa basketbolu uzun bir süredir NBA karşısında eziliyor. Eskisi gibi bu kıtada büyük oyuncular izlemiyoruz. Hatta eskisi kadar çok sayıda ortada büyük koç da yok. Bu sebeple her geçen gün EuroLeague, NBA karşısında kan kaybediyor. Fakat bazen bir aşkın alevlerinin tekrardan küllenmesi için size eski günleri hatırlatan bir çağrışım, anımsatma gerekir.

Dün gece ise Zalgirio Arena’daki muhteşem taraftardan, sahanın içerisinde yaşananlara kadar bu çağrışımlar vardı. Maçın ve hatta serinin sonucundan daha önemlisi de buydu bence. Taraflı ya da tarafsız… Dün gece bu maçı izleyen herkes sonucundan bağımsız bir şekilde EuroLeague basketbolunun neler vaat ettiğini tekrardan hatırladı.

Böyle bir atmosferde başlayan maç klasiklerin arasına giremeseydi zaten çok yazık olurdu. Daha bu anda başlayan büyük anlar maçın içinde sürüklenerek devam etti. O kadar kasvetli, o kadar sert bir maç izledik ki bence dün gece bu maçı izleyen herkesin bu hafta içerisinde bir kardiyologa gitmesi gerekiyor. Çünkü bu sinir harbinin içerisinde nefes almak  bile çok zordu.

Şimdi ise bize düşen, bu nefis maçın hakkını vermek ve sahada neler olduğuna bakmak.

Hücumların beceriksizliği mi, savunmaların kusursuzluğu mu?

Maçın hikayesine bakacağız ama başlamadan önce özel bir geceden geçtiğimizin altını çizecek bazı noktalara değinmek istiyorum.

Dün gece iki takımın toplamda bize sundukları şunlardı: 123 sayı, 41/111 saha içi isabet (%36.9), 47 faul ve 26 top kaybına karşı 24 asist! 

Çok açık bir şekilde EuroLeague playoffları tarihinin en kısır, en kötü hücum performansının sergilendiği maçlardan biriydi. Hatta maçı izlemediyseniz iki takımın böylesine istatistiklerle oynadığı bir maçın klasiklerin arasına gireceği aklınızın ucundan geçmez.

Fakat maçı bu kadar değerli kılan şey de aslında bu istatistiklerdi. Evet, daha iyi hücum performansı izleyebilirdik. Zaten iki takımın koçu da hücum performanslarını beğenmediğini belirtti, maç sonrasında hücum performanslarını eleştirdi. Ancak biz dün kötü şut atan, beceriksiz, odaklanma seviyeleri çok düşük iki takım izlemedik. Aksine iki takım savunmayla diğerinin hücumunu boğa boğa maçı bu noktaya getirdi.

“İlk iki maçın da hikayesi sertlik üzerinden döndü. İkisinin de takımları, diğerini sertlikle yıprata yıprata kırdı. Bundan sonra seri bu hikayeden çok iki basketbol dehasının sahaya koyacağı farklı şeylerle devam edecekmiş gibi geliyor. Mücadele, sertlik yine olacaktır. Olmaması beni çok şaşırtır. Hatta hüsrana uğratır. Fakat bunların yanında sanki farklı şeyler görmemizin de zamanı geldi.”

Serinin ikinci maçında sonra yazdığım yazıyı bu cümlelerle bitirmiştim. Öyle de oldu. Belki de ilk iki maçta gördüğümüz sertlik seviyesinden çok daha fazlasını sahada gördük fakat kimse bu sefer geri adım atmadı. Biri diklendikçe diğeri sahada daha da büyüdü ve farkı belirleyen şey sahada daha farklı şeyler sunan taraf oldu.

Daha maçın başında sahaya ilk iki maçtan farklı bir şekilde çıkan Fenerbahçe‘ydi. Zalgiris klasik ilk beşiyle maça başlarken sarı-lacivertlilerde ise iki önemli değişik vardı.

Koç Zeljko Obradovic muhtemelen 2. maçla ilgili birçok noktadan hoşnutsuzdur ama temelde Fenerbahçe‘nin iki problemi vardı. İlki kısaların çabuk geçilmesi sebebiyle sarı-lacivertlilerin pota altını savunamaması, diğeri ise hücumun ana merkezi olan Vesely‘li ikili oyunların işlememesiydi.

Bu sebeple de Obradovic bu problemleri çözebilecek iki değişiklik yaptı. Vesely ve Datome‘yi ilk beşe çeken Sırp koç, savunmada Dixon dışında herkesin adam değişebileceği, uzunların kısaların karşısında rahatlıkla kalabileceği ve pota altında fizik üstünlük kurabileceği -özellikle Ulanovas karşısında- bir beşle oyuna başladı.

Hücum tarafında ise amaç, ikinci maçta Vesely’li ikili oyunlar sonrasında doğru kurulamayan alan paylaşımını düzeltmekti. Vesely’nin kısa devrilme sonrası sahada pas opsiyonu olabilecek Melli‘nin olması, Datome, Guduric ve Dixon gibi üç değerli şutörün olmasıyla Obradovic set temposunu yukarı çekebileceğini düşündü.

Ve aslında bütün bu planlar sahada karşılık buldu. Özellikle savunmada Datome’nin oyunu sürekli doğru okuması sayesinde sarı-lacivertliler Zalgiris‘i oyunun başında pasifize etti.

Zalgiris’e ilk 4 dakikada sadece 1 saha içi isabeti şansı veren Fenerbahçe, hücumda ise topu doğru çevirdi. 8.13’te Dixon’ın attığı üçlük gibi sahaya doğru yerleşti ve istediği hücum temposuna kavuştu. Fakat bir problem vardı: Şutlar girmiyordu! 

Sarı-lacivertlilerin hücumda bulduğu birçok doğru şut girmedi. Fenerbahçe, hücum ribaundlarını topladı, tekrar attı fakat yine girmedi. Böyle olunca da Fenerbahçe televizyon molasına giderken kendini 2/12 saha içi isabette buldu.

Saras’ın yaptığı değişiklikler de Fenerbahçe’nin doğru basketbolunun Zalgiris’in avantajına dönmesini sağladı.  Fenerbahçe şutlar girmeyince pota altına yaklaşmaya çalışmaya karar verdi fakat Davies’in çıkıp Deon’un girmesiyle Zalgiris, arka arkaya iki savunmada pota altına duvar çekti ve konuk ekibi psikolojik olarak pota altından uzaklaştırdı. Guduric‘in dış atışlarla oyunu çok zorlamasıyla birlikte ise Zalgiris büyük bir maden buldu: geçiş hücumları! 

Sarı-lacivertlilerin dış şutunun girmemesiyle birlikte faul çizgisine düşen ribaundlar Zalgiris’in kısalarının eline gelmeye başladı ve özellikle Walkup ile Litvanya temsilcisi bunu çok iyi değerlendirdi. Yarı saha hücumunun hiç işlemediği anlarda Walkup ile Zalgiris geçiş hücumlarından 11 sayı buldu ve bu sayede devreyi 19-15 önde kapattı.

Hayat garipliklerle dolu. İkinci maçta Fenerbahçe oyuna doğru başlamamasına rağmen dış şutları sokabildiği için çeyreği önde kapatmıştı. Bu durumda 2. ve 3. çeyrekte Fenerbahçe için felaket geçen sürecin tetikleyici olmuştu. Bu sefer ise Fenerbahçe doğru başladı ve iyi oynadı ama dış şutları sokamayınca çeyreği geride kapattı. Bu da ilk durumun tersini yarattı. Obradovic, doğru oyun planına rağmen daha fazla arayışa girmek zorunda kaldı ve bu durum da Fenerbahçe’ye maçın sonunda zafere giden yolu açtı.

Denemeler, denemeler, denemeler

Size de bazen Zeljko Obradovic için tek önemli şeyin doğru anda doğru oyuncuyu bulmak olduğu hissi gelmiyor mu?

Fenerbahçe bütün basketlerini asist üzerinden bulduğu, 5 hücum ribaundu aldığı, 3 top çaldığı çeyreği geride kapattı. Peki şimdi ne yapmak gerekirdi? Plana güvenip şutun girmesini beklemek mi yoksa değişikliğe gitmek mi? Obradovic ikincisini tercih etti.

Sarı-lacivertliler, çeyreğe Melli‘nin pivot oynadığı, 4 kısalı ve 2 guardlı beşle başladı. Sonra Melli çıktı, Ahmet girdi. Sonra tek guardlı, Ahmet ve Vesely‘nin aynı anda sahada olduğu iki uzunlu beşe döndü. Yetmedi, aynısını iki guardla oynamaya başladı. Sonra Vesely‘nin tek uzun olduğu, Datome ve Kalinic‘in kanatlarda yer aldığı beşe döndü.

Obradovic sürekli denedi, denedi ve denedi. Bu beşlerin bazıları Fenerbahçe‘nin oynamaya alışkın olduğu beşlerdi, bazıları ise çok az kullandığı… Vesely&Ahmet ikilisi tüm sezon birlikte sadece 18 dakika oynadı örneğin.

Üstelik Sırp koç bunu hem anlık, sahada oluşan problemleri çözecek şekilde hem de maçın sonu için doğru kombinasyonu bulmayı planlayarak yaptı. Fenerbahçe bundan etkilenmedi mi? Etkilendi. 2. çeyrekte fark iki defa 9’a çıktı. O anlarda küçük bir ayrıntı değişse belki maç çift hanelere gidebilirdi.

Dahası Fenerbahçe bu denemeler sonrasında doğru oyunu da bulmadı. Sarı-lacivertliler maçın devamında hiç başlangıcı kadar doğru oynamadı ama bazen böyle maçlarda doğru oynamaktan önemli bir şey vardır. O da oynayacak kişileri bulmak.

Obradovic, sahaya deneme olarak attığı oyuncular ve 2. çeyrekte kenarda oturtup mesaj verdiği kişilerle bunu elde etti.

Tabii, talihin Fenerbahçe’ye güldüğü kritik etkenler de oldu. Westermann’ın 2. faul sebebiyle çeyreğin son 6 dakikasında oynamaması Fenerbahçe için büyük şanstı. Walkup ile Woters Zalgiris‘in hücumun ana damarları oldular ve bu ikili Westermann’dan çok daha iyi bir maç çıkardı. Fakat sürekli bu ikilinin odağında ilerlemek Zalgiris‘in hücumunu da etkiledi. Pota altını kullanacak doğru hücumlardan ise ters eşleşmeye hücum eden bire birlere o kadar odaklandılar ki takımın diğer oyuncuları ritmini kaybetti.

2. çeyrekte Zalgiris, 3/3 üçlükle oynadığı için dikkat çekmedi ama onlar da pota altındaki isabet yüzdelerini kaybetmeye başladı ve bu çeyreği 2/10 ikilikle tamamladılar. Üstelik ilk yarının sonunda 6 top kaybının yanında sadece 5 asistleri vardı.

Fenerbahçe, Zalgiris’in bozulmaya başlayan hücumu karşısında devre sonunda Vesely’i aktif bir şekilde kullanmayı başarınca son 3 dakikada 8-2’lik seri yakalayıp çeyrek içinde yaşadığı krizleri çözmüş oldu. Üstelik yapılan denemeler de cepte avantaj olarak kaldı.

Şimdiyse Fenerbahçe’ye gerekli olan hücumu taşıyacak bir kısaydı!

Bir Bogdanovic değil ama…

Marko Guduric, bir Bogdan Bogdanovic değil. Ne aynı yetenek seviyesine sahip ne de psikolojik olarak aynı öldürücülük seviyesinde…

Fakat bunlar Guduric‘in değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine sezon başında belirttiğim gibi Fenerbahçe‘nin bu sezon gideceği noktayı, Marko Guduric’in çıkacağı seviye belirleyecek. Çünkü sarı-lacivertlilerin bu avantajı olmadan hücumda çıkabileceği nokta belli.

Takımın tek top yönlendiricisi Sloukas iken Fenerbahçe‘nin iki seçeneği var: Ya Dixon’ın bire birlerine güvenecek ya da Guduric ile forvetten 2. top yönlendirici katkısı alacak. Dün olduğu gibi Dixon’ın sahada eksi yazdığı maçlarda ise çare Guduric!

Maçın bütün kaderini değiştiren de onun skoru sürüklemesi oldu. Bunu yaparken doğru mu oynadı? Hayır! Sahada Bogdanovic gibi miydi? İki kere hayır! Ama sorumluluk aldı. Felaket bir ilk yarı oynamasına rağmen üstüne düşen görevi kabullendi ve çok zor şutları sokarak Fenerbahçe’nin hücumunu ayağa kaldırdı.

Dün gece özellikle 2. yarıda mükemmel savunma performansları izledik. Gerçekten bu kadar iyi savunmalar izlediğimi uzun süredir hatırlamıyorum. Şundan çok eminim, dün gece sahada oynayan oyuncular akşam yataklarına gittiğinde kollarındaki, bacaklarındaki ağrılardan uyuyamadı.

Bu tarz maçlarda artık doğru hücumun da, doğru alan paylaşımının da önemi kalmıyor. Zaten Fenerbahçe ikinci yarı doğru oyunu oynamadı. Zalgiris döve döve Fenerbahçe’yi pota altına itti ve sarı-lacivertliler 20 dakika boyunca pota altından sadece 10 şut atabildi. Fakat zaten böylesi maçlarda bir noktadan sonra tek önemli olan şey, o şutu çemberin içinden sokabilecek yeteneğe sahip olmak oluyor.

Guduric, Fenerbahçe’ye bunu verdi. Zalgiris‘in 12 sayı, Fenerbahçe’nin ise 18 sayı attığı çeyrekte tek başına 11 sayı attı. Zalgiris’te ise Fenerbahçe’nin korkunç savunması karşısında o etkiyi yaratacak oyuncu çıkmadı. Wolters da buna dahil.

İşin hücum tarafında Guduric ile o problemi çözen Fenerbahçe savunmada ise ilk maçtaki seviyesinin bile üstüne çıktı.

Zalgiris bu sezon ilk kez bir çeyrekte aynı sayıda ikilik ve üçlük şut attı. (2/6 ve 3/6) Koca devrede ise 23 sayıyı 7 isabetli şut ve bunun karşılığında yaptıkları 9 top kaybıyla buldular. Bu konuda ise muhtemelen maç öncesi kimsenin akla gelmeyeceği 3 kişiye ayrı bir parantez açmak zorundayız.

Sinan Güler’in 2 yıla yaklaşan Fenerbahçe kariyeri pek parlak geçmedi. Zaten çok fazla da oynamadı ama dün gece o denemelerden biri olarak kendini sahada bulduğu anlarda ne kadar büyük bir tecrübe olduğunu gösterdi. 3. çeyrekte oyuna girdikten sonra sahaya büyük bir enerji koydu ve savunmanın seviyesini yukarı çekti. 2 top çaldı, daha da önemlisi savunma ters yakalandığında o faulleri yaptı ve kolay sayılara izin vermedi. Bu mental eşik açısından Fenerbahçe için çok önemliydi.

Datome ise muhteşemdi. Şut olarak o da gününde değildi. Fakat neden bu takımın liderlerinden biri olduğunu gösterdi. Savunmada aklını ve bedenini ortaya koydu. 4 top çalmayla kariyer rekorunu kırması bir yana 2. maçın yıldızı Ulanovas’ın devreye girmesine hiç izin vermedi.

Son olarak Melli! İtalyan yıldız, ilk yarıda hiç iyi değildi. Zaten 10 dakikaya yakın kenarda oturdu. Obradovic‘in performansından memnun olmadığı çok açıktı. Fakat 3. çeyrekte bitime 4 dakika kala sahaya girdikten sonra Fenerbahçe’de oyunun her iki tarafında çarkların dönmesini sağladı. Belki istatistik kağıdına baktığımız zaman o da mükemmel değildi ama en kritik anda en kritik işleri yaptı. Ribaundu çekti, şutu soktu ve sarı-lacivertlilerin kırılma anında ayakta kalmasına yardımcı oldu.

Sonuna gelirsek, maç gerçekten büyük bir sinir harbiydi. Gece tekrarı izlediğim zaman bile kendimi boğulmuş hissettim. Maç her yöne gidebilirdi, küçük bir ayrıntı her şeyi değiştirebilirdi.

Ancak maçın Fenerbahçe tarafına kaymasının da sebebi var. Seri başlamadan önce ya da üçüncü maç öncesi herhalde Avrupa’da kimse Sinan ya da Melih’in sahada değiştirebilecekleri şeyleri konuşmamıştır. Yahut Datome‘nin savunmada değiştirebileceklerini…

Obradovic, 2. çeyrekle birlikte yaptığı o denemelerle kimsenin konuşmadığı ama maçın kaderini değiştiren o küçük etkilere sahip oldu. 2. çeyrekte oyuna giren ve el üstü üçlüğü atan Melih, o sayede bitime 2.41 kala oyuna girdi ve maçı bitiren üçlüğü attı. O denemeler sayesinde Sinan, oyuna girdiğinde savunma sertliğini ve aklını daha yukarı çekti. Melli bir mesaj olarak kenarda oturduktan sonra oyuna girip işleri değiştirenlerden biri oldu. Saras’ın elinde ise bu küçük ayrıntılar yoktu.

İki takımın da ilk iki maçın aksine sertlik karşısında kırılmadığı bir maçta da sonucu değiştiren bu oldu.