Superman Yolunu Nasıl Kaybetti: Dwight Howard

07/Kas/17 12:52 Kasım 7, 2017

Semih Tuna

07/Kas/17 12:52

Eurohoops.net

Dwight Howard, NBA’deki ilk yıllarında ligin iyi çocuğu, reklam filmlerinin aranan adamı, Amerika’nın en çok sevilen basketbolcusuydu… Eurohoops Çeviri düşüşünden çöküşüne ve şimdi sıradan bir adam olarak yeniden doğuşuna Superman’in yolculuğunu sizlere getiriyor.

By Lee Jenkins / Çeviri: Aslınur Oyan

Bu yazı ilk olarak Sports Illustrated’da 19 Eylül 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

Dwight Howard, Atlanta şehir merkezindeki bir binanın 25. katındaki evinin oturma odasında dışarı bakıyor, güneye işaret ediyor: Buckhead’in ilerisinde, manzaranın ötesinde, Hartsfield-Jackson’ın batı tarafına uzanan göremediği bir yere doğru bakıyor. Birkaç ayda biri oraya, College Park’a gidiyor, Godby Road’un oralarda takılıyor. Bir yangında kül olmadan önce çocukluğunun geçtiği evin bulunduğu yer orası… Orada ilk basket oynadığı günleri, arka bahçedeki kirli paslı sahayı ve çevrede başka hiçbir saha olmadığı için çevre evlerden basketbol oynamaya gelen tüm o çocukları düşünüyor. Sekiz yaşında da olsa ev sahibi olduğu için, ondan büyük çocuklar da dahil, herkes onun kurallarına göre oynamak zorunda olmasını hatırlıyor:

Ayağında, Payless’tan alınmış 10 dolarlık Pro Wings’iyle Küçük Dwight “Küfretmek yok!” diyor ve büyük çocuklar gönülsüzce de olsa kabul ederdi. Yatağının üstünde tahta bir haç ve çerçevelenmiş On Emir ile uyuyor, hem okula gitmeden hem de uyumadan önce mutlaka dua ederdi. Salı günleri İncil okur, Cuma günleri gençlik grubuna katılır ve Pazar günleri kilise duası için East Point’teki Fellowship of Faith cemaatinin kilisesine gider, orada kendi başlattığı bir programla kiliseye “kazandırdığı” diğer gençlerle beraber dua ederdi.

Sonra ailesi, Howard’ı aynı dönemden toplamda 16 öğrencisi olan özel bir okula, bütün çocukların mor kravatlar ve aynı renk kazaklar giymek zorunda olduğu Southwest Atlanta Christian Academy’ye, gönderdi. Cüssesine uygun savunmalar bulmak için başka bir okulun İtfaiyeciler Ligi’nde oynuyor ve bir gün NBA’i meşhur siluetli logosunun üzerine haç eklemeye ikna edeceğini söylüyordu.

Bir Cuma akşamı, Fellowship of Faith’in gençlik grubunun papazı Howard’ı arka odaya, yanına çağırdı. Papaz, kelimelerin üzerine basarak “Senin amacın, basketbolu Tanrı’nın ihtişamını gösterecek bir platform olarak kullanmak.”  Evet, plan buydu. 2004 yılında, Magic, Howard’ı 1.sıradan draft ettiğinde, Howard henüz 18 yaşında bir bakir olarak soyunma odasında takım arkadaşlarına Tanrı’nın onunla konuştuğu zamanları anlatıyordu. Steve Francis ve Tony Battie, dindar çaylağı sadece bir kez gittikleri kulübe çağırdılar ve bir daha asla davet etmediler. Onu “kirletmekten” korkuyorlardı. “Bu kadar yeter, bundan sonra aleme yapmana izin vermiyoruz” dedi Battie.  2005’te Howard’ın katıldığı ilk All-Star’da, Denver’da oteldeyken oyuncular parti davetlerini değerlendiriyordu. Birisi çıkıp “Senin İncil okumaktan başka bir şey yapmaya niyetin olmadığını gayet iyi biliyoruz” diye dalga geçti.  Howard, işte o an, logonun üzerine haç koydurma fikrinden ulu orta bahsettiğine bin pişman oldu.

Alaya alınmanın ve yalnız bırakılmanın sinirini Magic’in ağırlık salonunda çıkarıyor, çizgi roman kahramanlarını anımsatan dev kas yığınları inşa ediyor ve güçlendiriyordu. Atlanta’dan lise arkadaşlarıyla birlikte yaşıyor ve gecelerini Orlando’daki lüks evlerde, bayıla bayıla okuduğu karikatürlere kahkahalarla gülerek geçiriyordu. Howard halkın gözünde sürekli Kayıp Balık Nemo izleyip en büyük paketleri Skittles’ları ağzına dolduran 2 metrelik bir çocuktu. Ama Howard kitlelere sunulan Pixar kahramanı benzeri koca gülümsemeli “çocuktan” fazlasıydı. “İçine girmek üzere olduğum koca dünyadan herkesin beni koruduğu, küçük bir kutudan geliyordum. Ama nihayet bu dünyaya adım attığım anda yaşanabilecek her şeyi yaşamaya karar verdim” diyor Howard.

Aradan 13 sezon geçti. Howard şimdi o yaşlı papazın adını hatırlamaya çalışıyordu: “Neydi şu adamın adı?” İsim o kadar da önemli değildi aslında, yıllar önce, Fellowship of Faith’teki arka odada yapılan konuşma çok daha önemliydi. O gün hedeflediği şeyi gerçekleştirmiş miydi?  Basketbolu, Tanrı’nın ihtişamını göstermek için bir platform olarak kullanmış mıydı? Birkaç saniye sustu. “Evet kullandım” dedi. “Ve hayır, kullanamadım.”

Howard’ın, 2008’te, LeBron James’ten daha fazla sponsorluk anlaşması vardı. Ulusal kanallarda yayınlanan yedi reklamda oynadı. Shaq dışında başka bir oyuncunun reklam konusunda asla başarılı olamayacağı fikrini çürüttü. Bir yıl sonra All-Star oylamalarında 3.1 milyon oy toplayarak NBA tarihinde en çok oy alan oyuncusu olarak rekor kırdı ki bu rekor hala kendisine ait. Howard, Magic’i 2009’da Finaller’e taşıdığında, blok ve ribaunt kralı, saha içi atış yüzdesiyle dördüncü sıradaydı. Ligin en iyi savunma oyuncusu, en verimli skorerlerinden biriydi. 2009’da NBA’in yaptığı ankette genel menajerler çevresinde takım kurulacak birinci oyuncu olarak LeBron James’i, ikinci olarak ise onu görüyorlardı.

Superman, bugün 31 yaşında ve kariyerinin zirvesi olması gereken dönemi geride bıraktı. Hiç evlenmedi ve hepsi farklı kadınlardan beş çocuğu oldu. Arkadaşları ve ailesi yüzünden milyonlarca dolar kaybetti. Dönem dönem ailesiyle arası açıldı ve takım arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kuramadı. Bir zamanlar, Gatorade, Vitamin Water, McDonald’s, Adidas, Kia ve T-Mobile’den sponsorluk teklifleri yağıyordu, şimdi Çin menşeili spor ayakkabı şirketi Peak ile anlaşması var. Geçen kış All-Star anketlerinde 151.000 oy ile Ersan İlyasova’dan 11.000 daha az oy almıştı. Gelecek hafta Hornets ile sezon öncesi kampına başlayacak, yedi sezonda beşinci kez yeni bir takımın formasını giyecek. Buraya Miles Plumlee ve Marco Belinelli karşılığında gönderildi.

Kendisi de dahil, NBA’de çoğu kişinin aklını kurcalayan soru belli: “Dwight Howard’a ne oldu?” Kendisi şöyle söylüyor, “Birdenbire, iyi adamdan şeytana dönüştüm.” 18 yaşında East Point’ten büyük umutlarla ayrılan bir çocuğun geldiği yerde baştan çıkarma ve utanç döngüsüyle karşılaşmasını uzunca bir süredir o da düşünüyor. Howard, “Anlamayacaksınız.” diye uyarsa da anlatmaya devam ediyor. Çünkü Tanrı ve basketbolun bu fırsatı ona bunun için verdiğine inanıyor. Ve her zaman 2.10’luk yeni bir dev yeteneğin kendi hikayesinden ibret alabileceğini umuyor. “Benim yaşadıklarımı başkalarının da yaşamasını istemiyorum” diyor ve devam ediyor.

Anlaşılıyor ki Tony Battie’nin onu temiz tutma çabası bir süre sonra işe yaramamış. “Uzunca bir süre korunaklı bölgedeydim ve evden dışarı çıktığım anda her şeyi denemek istiyordum. ‘Şu striptiz kulüplerinin methini çok duydum, haydi gidelim. Büyük adamlar gibi eğlenelim.’ diyorduk.” diye anlatıyor. Aslında hoşuna giden içki çekmek değil, dikkat çekmek olmuş. “Düşünsenize, gençsiniz ve televizyona çıkıyorsunuz; tüm güzel kadınlar size geliyor. Karşılaştırma yapılmaz belki ama o zamanlar, hayatında hiç şeker yememiş ve birdenbire dünyadaki tüm şekerlerin verildiği küçük bir çocuk gibi hissediyordum kendimi. Eğer hala bir çocuksan, ki ben öyleydim, daha çok şeker istersin. Sorun da bu oldu.”

*

İlk çocuğu, Braylon Howard, 2007 yılında doğdu. “Çok utanıyordum çünkü her fırsatta, hakiki bir Hristiyan olduğumu tüm dünyaya anlatmıştım ve şimdi de kucağımda gayrimeşru çocuğum vardı. Ailem de dahil birçok insan beni yargıladı. Herkesin beni ikiyüzlü biri olarak gördüğünü ve bu yüzden insan içine çıkmamam gerektiğini düşünüyordum.” Tek sığınağı olan kilise, Howard’ın acısını hafifletmek yerine daha çok canını yakmıştı. Kız arkadaşlarını Pazar günleri kiliseye götürdüğünde arkasından gelen fısıltıları duyardı. “Neden buraya gelmiş? Bir de bu kızı mı getirmiş?”   Top Flight‘ı başlatan çocuk artık gitmiş ve yerine çok farklı biri gelmişti. “Artık Tanrı’yla bir ilişkim olmasına gerek yok diye düşünmüştüm ve bu çok canımı yaktı.”

Yoldan çıkışını çok az kişi fark edebilmişti. Her şeye rağmen, ortalama 14-20 arasında atıyordu ve soluk kesen smaçlarıyla sahanın en iyilerinden biri oluyordu. Orlando mücadeleci bir takımdı ve Howard, maçı sırtlanan diğer oyuncuları da yanına olarak takımın kahramanı oluyordu. “Benimle yaşayan ve çalışan insanlar bu durumdan fayda sağladı. Benim de kabahatim var, bu insanlara fırsat verdim, onlar da bunu fırsat bilip daha fazlasını istediler” diye ekliyor Howard. Parasını müsrifçe harcadığını ve ortaklarının limuzin servisi için altı haneli, özel jet için yedi haneli faturalar kestiğini söylüyor. “‘Dwight’ın nasılsa dikkati dağınık ve pek de umursamıyor, ona çaktırmadan hile yapabiliriz.’ diyorlardı. Düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum, bu nasıl mümkün olabilir? Bu kadar insan nasıl olur da ben onlara istedikleri her şeyi verirken hala daha paramın üzerine yatmaya çalışır?”

Howard uzunca bir süre bu durumu fark edemeyecek kadar pervasızca yaşadı. Altı yıl içinde dört çocuğu daha oldu: Jayde, Layla, David ve Dwight III. Çocukların doğumuyla birlikte velayet ve nafaka savaşları da başladı. “Hayatım karmakarışıktı ve tüm bunların sonunda bir şey öğrendim: Sahanın dışında yaptığım her şey, sahada yaptığım her şeyi etkileyecekti.”

Onu başrole koyan bir takımda, onu çok seven bir şehirde oynuyordu ama daha fazlasını istiyordu. “Filmler, şunlar, bunlar” diyerek anlatıyor ilk menajeri Aaron Goodwin, Howard’ın Los Angeles ve New York’ta daha kolay ulaşacağına inandığı aktörlük hevesini anlatırken: “Ona ‘Biraz sakin ol, Deebo, sen 2 metrelik bir adamsın, film yıldızı değilsin ve senin sahneleyebileceğin tek karakter ya kendinsin ya da bir Wookiee. Egonun seni alt etmesine izin verme.’ dedim.” Goodwin’in iş ortağı ve ikizi Eric, Howard’ın Valentine’s Day ve Just Wright filmlerinde küçük roller almasını sağladı. Fakat Howard, 2011’de Goodwin’ler ile çalışmayı bıraktı ve bir yıl sonra da Hollywood’a geldi.

Artık, başrol oyuncuları, her yaz küçük pazarlardan büyüklere tek yazda gidebiliyorlar fakat böyle “zorlama takaslar” o dönem bu kadar sıklıkla yapılmıyordu. Aralık 2011’te, NBA lokavtının bitmesinden kısa süre sonra, Howard, Orlando’dan Brooklyn’e takas edilmek istedi; 8 ay sonra Magic onu Los Angeles’a postaladı. Herkesin zararlı çıktığı bu yılan hikayesi için “mutlu” bir sondu. Howard ve Magic bir süperstarın bir takımdan nasıl ayrılmaması gerektiği konusunda adeta bir ders vermiş, ayrılık meselesi konusundaki kararsızlıklarını kamuoyu önünde yaşamışlardı. Dwightmare (Dwight Kabusu) diye adlandırılan o dönem  artık tarih oldu fakat Howard o günleri hatırlamadan edemiyor. “Birçok yönden hiç iyileşememiş gibi hissediyorum.”

Kendi elleriyle tükettiği saygınlığını geri kazanamama korkusuyla Howard, Lakers sezon açılışında sırtından olduğu ameliyatın iyileşme süreci bitmemiş olsa da forma giydi. On hafta sonra, sağ omzunda bir sakatlık meydana geldi. İyileşmesi için sadece üç maç bekleyip sonra yeniden sakatladı. Howard ve Bryant arasındaki kopukluğu herkes konuşuyor ama asıl kavganın büyüğü Howard’ın zihniyle bedeni arasına yaşanıyordu

“Nasıl bir oyuncu olduğumu unuttum ve kendime güvenimi kaybettim. İnsanların bana ‘Shaq gibi oynamalısın’ dediğini duyduktan sonra daha sert oynamaya başladım fakat bu hiçbir işe yaramadı çünkü ben Shaq kadar büyük değilim. Sonra da insanlar, ‘Çok gülüyorsun, Kobe gibi oynaman lazım.’ dediklerinde de asık suratlı ve delirmişcesine oynamaya çalıştım. Fakat haneme yazılan gereksiz teknik ve sportmenlik dışı fauller yüzünden çok gergindim.” diye anlatıyor. Wilt Chamberlain gibi saç bandı ve dizlik bile giydi. Dwight Howard olmak dışında Lakers‘taki tüm büyük oyuncuları taklit etmişti. Artık öyle kaygılıydı ki devre arası olduğunda arkadaşlarını arıyor, telefonda nasıl oynadığını soruyordu.

Los Angeles’da oynadığı bir sezon boyunca, 17.1 sayı ve 12.4 ribaunt ortalamasıyla oldukça üretken bir yıl geçirdi, sonraki yıl serbest oyuncu olarak geldiği Houston’da istatistikleri daha da etkileyiciydi. Ama NBA değişiyor, uzunların boş alanlarda iyi oynamasını bekliyordu ama Howard 2009’da sıkışıp kalmıştı. Atlanta Christian’da itfaiyecilerle oynadığı gibi topa hakimiyet kurmak istiyordu fakat ne zaman kendi sınırının dışına çıkıp şutlar atsa onaylamayan bakışlarla karşılaşıyordu. Cüsseli arkadaşları menzillerini genişletirken, Howard modası geçmiş rolüne sığınmaya çalışıyor, mekanik perdeler yapıp post’ta artık pek gelmeyen paslarla sırtı dönük oyunlar peşinde koşuyordu. “Yavaş yavaş, oyunun beni bir robota dönüştürmesine izin verdim.”