By Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Turkish Airlines EuroLeague’de çılgın bir haftayı geride bıraktık.
Hem Fenerbahçe Beko – Real Madrid hem de Panathinaikos – Partizan karşılaşması sezonun akılda kalacak tarzda maçlarıydı. Haliyle de Eurohoops’un Not Defteri, gözlerini bu iki maça yöneltti.
Bu hafta ilk olarak Fenerbahçe Beko için Real Madrid galibiyetinin önemini konuşurken sonra da Bruno Caboclo’nun Partizan’ın kaderini değiştirip değiştiremeyeceğine bakacağız.
En sonunda ise Pablo Laso’yla birlikte yeni bir maceraya atılan Bayern Münih’e bazı tavsiyeler vereceğiz.
Hazırsanız, karşınızda EuroLeague Not Defteri:
EuroLeague Not Defteri #1: Fenerbahçe’nin Planı, Efes’in Zizic Problemi ve Keenan!
EuroLeague Not Defteri #2: İlk Hangi Koç Kovulur?
EuroLeague Not Defteri #3&4: Barcelona, Ergin Ataman ve Calathes!
EuroLeague Not Defteri #5: Faul Kaçırma Yarışı ve Anadolu Efes!
EuroLeague Not Defteri #6: “Clutch” Papagiannis; İyi, Kötü ve Renkli Koçlar
EuroLeague Not Defteri #8-9: Real Madrid EuroLeague’de İlk Ne Zaman Kaybeder?
EuroLeague Not Defteri #10: Clutch Time’a Anadolu Efes Damgası!
Fenerbahçe Beko’nun Real Madrid Zaferi Bize Ne Anlatıyor?
Hiçbir şey ama aynı zamanda çok şey!
Fenerbahçe Beko’nun Real Madrid zaferinden bir anlatı yapacaksak, her şeyi bu cümleyi özetliyor olabilir.
Sert bir dille ve hızlı bir şekilde anlatayım; sarı-lacivertliler, üst üste 10 maçtır yenilmeyen Real Madrid’i yenen ilk takım olduğu için çok daha iyi bir takım haline gelmedi. ‘Bundan sonrası çok güzel gidecek, her şey tozpembe olacak’ dersem, bilin ki yalan söylüyorumdur. Lakin diğer yandan da, Fenerbahçe Beko, üst üste 4 maç kaybettiği dönemde de düşünüldüğü kadar kötü takım değildi.
İki hafta önceki Not Defteri’nde Real Madrid ilk ne zaman kaybeder sorusunu sorduğum zaman, zaten onlar adına ilk yenilginin İstanbul’da geleceğini tahmin ettiğimi söylemiştim.
“Fikstüre baktığımız zaman ise Real için ALBA Berlin karşılaşması en kolay maç olduğu kesin. Sonrası çok zorlu. Arka arkaya 4 tane büyük deplasmana gidecekler ve açıkçası bu maçlardan birine takılmaları çok olası. Özellikle Fenerbahçe ya da Yunanistan turunda onlardan bir ya da iki yenilgi bekliyorum.”
Açıkçası ben bir kahin değilim. Geleceği de görmüyorum ama iki takımın son yıllardaki rekabetini düşündüğümüz zaman Itoudis’in bu maçın tarihini sürekli göreceği bir yere yazdığına çok eminim. Son dönemde yaşanan yenilgilerin ardından Yunan koçun, çıkış noktası için bu maçı gördüğü kesindi. Oyuncularını en başta da mental olarak bu maça hazırladığını da açık bir şekilde gördük. Sezon başından beri söylediğim gibi; Fenerbahçe Beko, kaliteli ama oyuncu bütünün de uyum ve verimlilik problemi yaşayan bir kadro.
Aslında sarı-lacivertlilerin kazandığı maçta da bu zaafları gördük. Hatta bana sorarsanız, böylesine büyük bir galibiyete rağmen Fenerbahçe en iyi basketbolunu oynamadı. Maç boyunca verimli olacak uzunu bulmakta yine zorlandı. Hücum ribaundları yine verildi. Madar dışında kısaların savunulmasında yine problem vardı. Facu Campazzo bazı pozisyonlarda yürüye yürüye çembere gitti. Keza hücumda da Itoudis, aynı anda sahada verimli olabilecek kısaları maç boyunca çok aradı ancak maçın son beş dakikasında istediği beşi bulabildi.
Peki Fenerbahçe nasıl kazandı?
Real Madrid gibi EuroLeague’in açık ara en iyi kadrosuna ve basketbol oynayan ekibine karşılık Fenerbahçe en iyi oyununu oynamadı ama maç içerisinde kırılmadı da!
İki hafta önceki Not Defteri yazısında Fenerbahçe için işlerin yolunda gitmediğini ama görüntünün de düşünüldüğü kadar kötü olmadığını söylemiştim. Aynı yazıda sarı-lacivertliler – ve Efes – için en önemli şeyin böylesine zor dönemlerde kırılmamak olduğundan bahsetmiştim.
Fenerbahçe maç içerisinde kırılabileceğini birçok an yaşadı.
İlki daha maçın başındaydı. Üst üste maçlar kaybettikten sonra kendi evinde ilk çeyrekte Real Madrid karşısında çift haneli farkla geriye düştü sarı-lacivertliler… Bu anlarda oyunu bırakabilirlerdi. Geçtiğimiz haftalarda Partizan, Maccabi gibi deplasmanlarda işlerin yolunda gitmediği bölümlerde bunu gördük. Bu sefer aynısı yapmadı Fenerbahçeli oyuncular!
Sonrası ise sürekli bir kırılmama mücadelesi gibiydi. Fenerbahçe sürekli geri gelmeye çalışırken Real Madrid ise maçı kırmaya oynadı.
En önemli kırılma anı ise son beş dakikadaydı. Son bölüme çift haneli farkla geride giren Fenerbahçe, Real Madrid gibi bir takıma karşı geri geldi.. Sezon başından beri başa baş bölümleri oynamakta zorlanan bir takım bunu başardı.
Maç uzatmaya gitti ve Fenerbahçe, bence uzatmayı daha iyi oynamasına rağmen kendisini bitime 25 saniye kala maçı kaybedecek bir noktada buldu. Sezon boyu kötü faul atan Motley bu sefer ikide iki attı. Sonrasında Hezonja faulü kaçırdı, arkasından Guduric hata yapmadı ve bum! Piyango Fenerbahçe’ye geldi.
Campazzo’nun yaptığı hatayla birlikte Madar maçı Fenerbahçe’ye getirdi.
ÜLKER SPOR VE ETKİNLİK SALONU’NDA MUCİZE 🔥
YAM MADAR TOPU ÇALIYOR, FENERBAHÇE BEKO SON SANİYEDE GALİBİYETİ ALIYOR!pic.twitter.com/HcFLOHSBzM
— Eurohoops Türkiye (@EurohoopsTR) November 30, 2023
Her anıyla özeldi. Fenerbahçe taraftarının ve oyuncularının sevinci, koç Dimitris Itoudis’in maç sonundaki duygu patlaması ve basketbolseverlerin izlediği dramatik andan aldığı keyif! Böylesine bir maç senede birkaç kere nasip olur.
Yine de en başta söylediğim sözün bir anlamı var; Evet bu galibiyetin anlamı bir açıdan hiçbir şey çünkü bu sadece bir maçtı. Fenerbahçe sadece bir maç kazandı ve problemleri de hala orada duruyor. Bu işin bir penceresi.
Diğer taraftan ise çok önemli ve anlamlıydı çünkü bu sezon başından beri çok çabuk kırılan sarı-lacivertli oyuncular, belki de düşmek üzereyken ayakta kaldı ve mücadele etti. Sporda bazen mental kırılma anları vardır. Fenerbahçe sezon devamı için bu eşiği atladı.
Fenerbahçeli oyuncular, sezon boyunca mücadele ettikleri zaman neleri yapabileceklerini bu maçla birlikte gördü. Arkalarında her zaman Real Madrid gibi en büyük favoriyi yenebileceklerini gösteren bir referans olacak.
Taktik teknik açısından bu galibiyetin hiçbir anlamı olmayabilir ama diğer taraftan da bir galibiyetten daha fazlasıydı.
Zeljko Obradovic’in Yeni Oyuncağı: Bruno Caboclo
Bu hafta sadece Fenerbahçe Beko – Real Madrid maçı değil, Partizan – Panathinaikos karşılaşması da sezonun klasikleri arasına girebilecek kalitede bir karşılaşmaydı.
Zeljko Obradovic – Ergin Ataman rekabeti bir yana, Panathinaikos‘un son dönemdeki yükselişi ve Partizan’ın çıkış araması zaten maç öncesi basketbolseverleri heyecanlandırıyordu. Maç, heyecanla bekleyen herkese istediğini sundu. Partizan, son üç dakikaya 9 sayı geride girmesine rağmen harika bir geri dönüşle maçı kazandı.
Çıkış arayan Partizan için bu galibiyet önemliydi ama bana sorarsanız galibiyetten daha önemlisi Bruno Caboclo’nun performansıydı. Hatta şöyle söyleyeyim; Zeljko Obradovic elbette kazandığı için gece mutlu uymuştur ama Caboclo’nun performansı aklına geldiği zaman mutlu uykuya bir de gülümse eklemiştir.
Geçen sene meşhur kavga olmasa Final Four’a gidecek olan Partizan, yazın iki önemli oyuncusunu kaybetti. Biri NBA’e giden Dante Exum’du. Sırp ekibi, onun boşluğunu PJ Dozzier ile doldurdu. Oyuncu özelliklerinden fiziğine kadar bu kadar net bir ikame bulmak hiç kolay değil. Exum, Partizan’a geldiğinde Avrupa’da ikinci yılındaydı. Dozier ise bir çaylak ama Obradovic’in yanında çalıştıkça tecrübe eksikliğini kapatacağı görülüyor. Amerikalı fizikli guardın sezon başından beri gösterdiği gelişim bile ortada.
Exum problemini çözen Partizan’ın asıl sıkıntısı ise Panathinaikos’a giden Mathias Lessort’un boşluğunu nasıl dolduracağıydı. Sırplar, uzun rotasyonuna Frank Kaminsky gibi önemli bir ekleme yaptı ama Kaminsky ile Lessort’un saha içerisinde iyi yaptığı işler çok farklı. Kaminsky çok değerli bir oyuncu ama bir kısa karşısında kalabilecek bir uzun değil. Obradovic’in ise savunmada her şeyi değişen sisteminde Lessort gibi kısa karşısında sürekli kalabilecek bir oyuncu istediği çok açıktı.
Sezon ortasında tartışmalı bir şekilde Partizan’a katılan Bruno Caboclo bu rolü doldurabileceğini herkese gösterdi. Maçın son bölümünde Partizan geri dönerken Caboclo, Jerian Grant’in soktuğu inanılmaz şutun haricinde Panathinaikos kısaları karşısında harika bir şekilde durdu. Kimle başbaşa kalırsa kalsın, her seferinde rakip kısanın istediği tarafa gitmesine engel oldu ve delinmedi. Sonrasında da potayı harika bir şekilde savundu.
Açıkçası Caboclo bunu Partizan’ın 20 sayı farkla kazandığı bir maçta yapsaydı, çok önemsemezdim. Çünkü oyuncu profili olarak Brezilyalı uzunun konsantrasyon ve devamlılık problemi var gibi gözüküyor. Caboclo farklı giden bir maçta böyle bir performans sergileseydi, bunun tek bir maçlık bir performans olduğu izlemine kapılırdım. Lakin böyle olmadı. Brezilyalı pivot, maçın el yaktığı anlarda böylesine bir performansı sergiledi. Üstelik karşısında selefi Mathias Lessort varken!
⚫️⚪️ Bruno Caboclo:
“Koç Obradovic bana Mathias Lessort’un videolarını izletiyor, o harika bir oyuncu.
Onun geçen sezonki videolarını izleyerek bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, burada Lessort’un geçen sezonki rolüme benzer bir rol edinmek istiyorum.” pic.twitter.com/M3ri5Gxw6T
— Eurohoops Türkiye (@EurohoopsTR) November 28, 2023
Caboclo’nun savunmada bunu istikrarlı ve sürekli hale getirirse Partizan tekrardan geçen seneki haline dönmüş olacak. Üstelik ellerindeki oyuncu işin hücum tarafında Lessort’tan çok daha yetenekli.
Öyle ki; EuroLeague’deki birçok koç elinde böyle bir oyuncu varken onun hücumda çok daha öne çıkmasını isteyebilirdi. Caboclo hem dışarıdan hem de içeriden oyunu oynayabilen ve kendi skorunu yaratabilen bir oyuncu. Böylesine bir uzunu bulmak kolay değil.
Lakin Caboclo’nun açıklamasından da gördük ki; Zeljko Obradovic birinci önceliği onu savunmada Lessort seviyesine çıkartmak. Fransız uzunun son yıllardaki etkisini görünce insana bir acaba geliyor ama onun EuroCup’ta Partizan’a katılmadan önceki haline düşününce Zeljko Obradovic, yine bir hikaye yazarsa hiç de şaşırtıcı olmaz.
34 Yaşındaki Bir Adam: Serge Ibaka
Pablo Laso, Bayern Münih’in başına geçtiği zaman açıkçası çok sevinmiştim. Bana göre halihazırda EuroLeague’in en iyi iki üç koçundan biri olan Laso’nun Alman ekibine sonunda bir sınıf atlatacağını düşünmüştüm.
Geçtiğimiz yıllarda Bayern, Andrea Trinchieri’yle başarılı bir performans sergilese de elindeki güçlü bütçeye rağmen bir türlü yukarıya doğru kendinden beklenen adımı atamamıştı. Açıkçası Laso’nun kadronun kalitesini artırıp bunu başarabileceğini ummuştum. Çünkü EuroLeague’in buna ihtiyacı var. Kıta basketbolunun ALBA Berlin veya ASVEL gibi belirli bir seviye kalan takımlara değil, tepeye oynamak için daha fazla iddialı takıma ihtiyacı var.
Açıkçası yaz dönemi benim için bir hayal kırıklığı oldu. Bayern’in en azından birkaç tane iddialı transfer yapmasını beklerken Laso; Leandro Bolmaro, Carsen Edwards, Sylvian Francisco gibi EuroLeague için kendini kanıtlamamış, potansiyeli isimlere gitmeye karar verdi. İspanyol koçun neredeyse geçtiğimiz Mart ayında takımın başına geçeceği belliyken Alman ekibinden transferde beklentim daha fazlaydı.
Bazı bekledikleri oyuncuların Avrupa’ya gelmek istememesi ve diğer transferde de geç kalmaları onları buna itti. Haliyle sezon da onlar adına biraz sıkıntılı başladı.
İlk yedi hafta da sadece iki galibiyet alabilen Alman ekibi, özellikle işin hücum tarafında ligin en vasat takımlarından biri olarak gözüktü. Hatta birçok maçta savunmada iyi mücadele etseler de, yarı saha hücumundaki verimsizlikleri onları maç içerisinde kırdı.
Lakin Kasım ayıyla birlikte Laso bunu yavaş yavaş çözmeye başladı.
Kasım ayında beş maçta üç galibiyet alan Bayern, aldığı iki yenilgide de maçlarını ucu ucuna kaybetti. Hücumda ise sezon başına göre bambaşka bir görüntü vardı.
Sayı | Asist | İkilik Yüzdesi | Üçlük Yüzdesi | |
İlk 6 Maç | 70.2 | 14.0 | 53,1% | 25,7% |
Son 5 Maç | 85.7 | 15.7 | 57,8% | 42,2% |
İstatistikler açıkça bazı şeyleri gösteriyor zaten. İlk haftalarda 70 sayının üstüne çıkmakta zorlanan Bayern, son dönemde ise hücumda çok daha verimli. Kaybettikleri Zalgiris karşılaşması dışında son dört haftada da 90 sayı barajını yakaladılar.
Peki koç Laso, kadroya hiçbir takviye yapmadan kısa sürede böyle bir değişimi nasıl başardı?
Tempoyu yükseltti. İlk haftalarda ligin en düşük hücum tempolarından birine sahip olan Bayern, genellikle yarı saha hücumunda kısalarının verimsiz dış şutlarına kalıyordu. Bu da onların maç içerisindeki hücum istikrarının olmamasını sağlıyordu. Gerçekten iyi mücadele etmelerine rağmen birçok maçta hücumda nefessiz kaldıkları için kaybettiler.
Laso’nun tempoyu yükseltmesi ise en basitinden hücum sayılarını artırdı. Ligin en iyi ribaund takımlarından biri olan Alman ekibi, savunma ribaundlarıyla tempoyu artırmanın yolunu bulurken hücum ribaundlarıyla da ikinci şans sayıları yarattı. Temponun yükselmesi de en başta Leandro Bolmaro’nun verimliliğini artırdı.
Leandro Bolmaro | Sayı | Asist | EFF |
İlk 6 Maç | 9.2 | 2.1 | 10.1 |
Son 4 Maç | 12.3 | 5.2 | 15.0 |
- Leandro Bolmaro, son hafta oynamadı.
Topu Edwards ve Francisco’nun elinden alan Laso, daha çok Bolmaro’ya teslim etti ve Arjantinli oyun kurucu da bunun karşılığını saha içerisinde verdi. Bolmaro’nun topa daha fazla hüküm etmesiyle birlikte Bayern, hücumda topu daha iyi paylaşan bir takım haline de geldi. Laso, potansiyelli kısaları arasında gelecekte kime güvenebileceğini çok çabuk bir şekilde buldu. Takımın gelecekteki yapısı için bu değerli.
Lakin Bayern’in yükselişindeki en büyük etken bu değil. En büyük etken 34 yaşındaki Serge Ibaka’nın sahada yaptıkları!
EuroLeague’in iddialı takımları, geçen yaz NBA’deki son fiziksel durumu hoş gözükmediği ve muhtemelen 34 yaşında olduğunu düşünmediği için Ibaka’yı çok düşünmedi ama tecrübeli yıldız hala atacağı kurşun olduğunu hemen kanıtladı.
Serge Ibaka | Sayı | Ribaund | EFF |
İlk 5 maç | 9.4 | 7.0 | 12.7 |
Son 5 maç | 16.0 | 6.6 | 17.4 |
- Serge Ibaka, ilk altı haftada bir maçı sakatlığı sebebiyle oynayamadı.
Evet, artık inanılmaz bir atletizm ve dinamizme sahip değil ama hala bu kıtada sahaya önemli bir etki yapabilecek halde. Onun sahadaki tek başına bile varlığı Bayern’in kalitesi birkaç seviye yukarıya çıkartıyor. İlk haftalarda çembere yaklaşmakta zorlanan Alman ekibi, Ibaka’nın hücumda daha fazla merkeze geçmesiyle birlikte bu problemini çözdü.
İlk altı haftada ikilik – üçlük atış dengesi neredeyse eşit olan Bayern, son beş haftada ise maç başına 41.4 ikilik atış denedi. Bu da onları hücumda daha ne yaptığını bilen bir takım haline getirdi.
Açıkçası bana kalırsa; Ibaka’nın bu performansını gören EuroLeague’in dev takımları gelecek yaz onun peşine düşecektir. Özellikle de İspanyol takımları! Bu sebepten Bayern’in onu gelecekte kadroda tutamama ihtimali var ama yıldız oyuncu, kadroda kalamasa bile aslında Bayern’e gitmeleri gereken yolu gösterdi.
Alman ekibi, Laso’yla birlikte sınıf atlayacaksa bunu 3. sınıf oyuncularla yapamaz. Daha fazla yeteneğe ve önemli oyuncuya ihtiyaçları var. Böylesine bir yatırım yapmışken treni kaçırmamak için sınıf atlatmaya çalıştıkları oyuncuların yanına üst seviyede daha fazla oyuncu getirmeleri lazım.
Yoksa bu maceranın pek bir anlamı yok.
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Eurohoops Fırın’daki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!