by Eurohoops Team / info@eurohoops.net
Eurohoops Türkiye’yi YouTube’da takip etmek için tıklayın!
Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın!
Bu yazı 10 Ekim 2025 tarihinde Bleacher Report’ta yayınlanmıştı.
Derrick Rose’un dizleri dayanabilseydi?
Greg Oden’ın bedeni ona ihanet etmeseydi?
2000 yılından bu yana her takımda bu soruyu akıllara getiren bir oyuncu mutlaka oldu.
Potansiyeli hâlâ havada asılı kalan, cevapsız bir soru işareti gibi duran o isim.
Kader bazen rastgele, bazen acımasızdır.
Nisan ayında kopan bir çapraz bağ, kampta kırılan bir ayak ya da yanlış zamanda yanlış koçun eline düşmek…
Bazen de fark, potansiyelle hayal kırıklığı arasındaki o ince çizgiden ibarettir.
2010’larda Oklahoma City Thunder’ın içini acıtan anlar ya da Philadelphia 76ers’ın “The Process” döneminde harcanan draft seçimleri gibi.
Bu oyuncular, taraftarlar için birer efsane, birer şehir efsanesi gibi kaldı.
“Ya olsaydı?” yıldızı, her takımın hikâyesinin bir parçasıdır.
Son 25 yılın basketbol tarihini anlatırken atlanamayacak bir bölüm.
O hâlde gelin, her NBA takımının 2000 yılından bu yana yaşadığı en büyük “ya şöyle olsaydı?” senaryosuna birlikte göz atalım.
Yazılamayan hikâyeleri yeniden hatırlayalım.
Atlanta Hawks: Marvin Williams

Marvin Williams, günümüz NBA’ine oldukça uygun bir oyuncu tipiydi: hem pozisyonlar arası switch yapabilen, uzun kanat oyuncusu, hem de şut tehdidi olan, Iverson kesmelerinden sayı üretebilen bir profil. Eğer bugün draft edilseydi, yine lotarya seçimi olurdu, hatta belki etrafında bir hücum bile inşa edilirdi.
2005’te NCAA şampiyonu olan North Carolina takımının en parlak ismi olarak Hawks onu 2. sıradan seçti. Kadroda Josh Smith, Al Harrington, Josh Childress gibi genç yetenekler ve yeni transfer Joe Johnson vardı. 2025’te böyle bir yapı karanlık atlı bir Doğu takımı gibi görünür.
Ancak o dönemin NBA’i çok farklıydı. Williams, Joe Johnson merkezli izolasyon hücumlarının içinde pasif bir role sıkıştırıldı. Pick-and-pop’lar veya elbow bölgesinden üretimler yerine, sadece köşe şutörü gibi kullanıldı.
Doğru şekilde kullanılsaydı, Williams hem savunmada switch yapan bir lider olabilir, hem de Johnson’ın dış şutlarını tamamlayan bir ikinci opsiyon haline gelebilirdi. İlginçtir, bugünkü Hawks kadrosu tam da böyle bir yapıya benziyor. O dönemin “yarım kalmış” planı, bugünün Jalen Johnson’ında vücut bulmuş gibi.
Boston Celtics: Gordon Hayward

Jaylen Brown ve Jayson Tatum ikilisi her zaman bir şampiyonluk kazanabilecek potansiyele sahipti. Belki de bunu çok daha önce başarabilirlerdi… 2017 sezonunun ilk maçında, Gordon Hayward ayağını kırmasa.
Hayward, Celtics’e geldiğinde taze All-Star’dı. Utah Jazz’da 22 sayı ortalaması yakalamış, iki yönlü mükemmel bir kanat oyuncusuydu. Kyrie Irving, Al Horford, Brown ve Tatum’la birlikte kağıt üzerinde Doğu’yu domine edebilecek bir yapı kurulmuştu.
Ancak Hayward’ın o korkunç sakatlığı, hem o sezonu hem de takımın kimyasını mahvetti. İyileştiğinde Brad Stevens ısrarla onu ilk beşe koydu, bu da takım içinde huzursuzluk yarattı. Sonuç olarak hem Kyrie hem Hayward kısa süre sonra ayrıldı.
Celtics yeniden yapılanmaya gidip Brown ve Tatum’u merkeze aldı. Ve neredeyse bir on yıl sonra, 2024’te nihayet o beklenen şampiyonluk geldi. Ama belki de Hayward sakatlanmasaydı, bu başarı çok daha erken gelecekti.
Brooklyn Nets: Kyrie Irving

Kyrie Irving’in Brooklyn kariyeri tam anlamıyla kaotik geçti. Aşı karşıtlığı, tartışmalı sosyal medya paylaşımları, medyayla yaşanan gerilimler… Ancak en büyük sorun, liderlik konusundaki eksikleriydi.
Kevin Durant’ı Nets‘e getiren isim oydu. Ardından James Harden da katıldı ve ortaya kağıt üzerinde yüzyılın takımı çıktı. Ancak Kyrie’nin sahadaki yokluğu ve saha dışındaki çelişkili tavırları, Harden’ı soğuttu. Takım üçlüsü yalnızca 16 maç birlikte oynayabildi.
İşin ironik kısmı, Irving Dallas’ta olgun bir oyuncu profili çizdi. Belki Nets’te bu olgunluğa daha erken ulaşsaydı, bu süper üçlü birkaç yıl boyunca ligi domine edebilirdi.
Bugün baktığımızda, Kyrie olgunlaştı ama Nets o dönemki fırsatını sonsuza dek kaybetti.
Charlotte Hornets: Emeka Okafor

Emeka Okafor’un “what if” hikayesi pek de etkileyici değil; çünkü asıl sorun oyuncudan çok organizasyonun yapısal eksikliğiydi. Hornets, son 20 yılda sadece 3 playoff galibiyeti alabildi.
2004’teki draftta 2. sıradan seçilen Okafor, o dönemin prototip pivotuydu: çember savunucusu, ribaunt canavarı, NCAA şampiyonu bir lider. Ancak 1 numaradan Dwight Howard’ı seçme şansını kaçırmaları, büyük bir fark yarattı.
Çaylak sezonunda 19 maçlık double-double serisi yakaladı ve All-Star oylamasında 400 bin oy aldı. Ama ikinci sezonunda yaşadığı bilek sakatlığı sonrası bir daha o formuna ulaşamadı.
Eğer sağlıklı kalabilseydi, Elton Brand benzeri bir yıldız olabilirdi. Ancak ne yanında elit bir oyun kurucu vardı ne de destekleyici yıldızlar. Okafor, bir takımı tek başına taşıyamayacak kadar fazla yük altına girdi ve sakatlıklara sürüklendi.
Chicago Bulls: Derrick Rose

Derrick Rose’un potansiyeli tartışılmaz. Çaylak yılında Yılın Çaylağı ödülünü kazandı, 2010-11 sezonunda ise NBA tarihinin en genç MVP’si oldu. 25 sayı – 7.7 asist ortalamalarıyla Bulls’u 62 galibiyete taşıdı.
Ancak 2012 playoff’larında yaşanan o talihsiz an, NBA tarihini değiştirdi. 76ers’a karşı ilk tur ilk maçta, maçın bitimine 1 dakika kala çapraz bağlarını kopardı. Bulls maçı önde götürüyordu; Rose’un triple-double yapmasına ramak kalmıştı. Sonrası malum: sakatlıklar, uzun rehabilitasyon süreçleri ve bir daha asla MVP formuna dönemeyen bir yıldız.
D-Rose, 2024 sezonuna kadar zaman zaman ışıldayan anlar sergiledi ama o eski patlayıcılığını bir daha tam anlamıyla yakalayamadı. 2011 MVP sezonu, modern NBA’de bir oyun kurucunun sergilediği en dominant performanslardan biri olarak tarihe geçti.
Onu durdurabilen tek kişi… yine kendisiydi. Ne kadar trajik.
