Drazen Petrovic’in Trajik Ölümü

2017-12-23T10:44:23+00:00 2019-06-07T19:29:45+00:00.

Mehmet Bahadır Akgün

23/Ara/17 10:44

Eurohoops.net

Drazen Petrovic öldüğünde henüz 28 yaşındaydı ve ülkesini yasa boğacak, ismine salon yaptırılacak bir basketbol efsanesiydi. Eurohoops Çeviri, bu kez hüzünlü bir hikayeyi taşıyor huzurlarınıza: Drazen Petrovic’in trajik ölümü…

By Todd Spehr / Çeviri: M. Bahadır Akgün

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı ilk olarak 29 Mart 2015 tarihinde SI’da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Editör notu: Aşağıda okuyacağınız parça Todd Spehr tarafından yazılan ‘Drazen: The remarkable life and legacy of the Mozart of Basketball’ isimli eserden bir bölümü içermektedir. Bir zamanlar NBA’deki ilk Avrupalı yıldızlardan biri olan Drazen Petrovic, ülkesi Hırvatistan’da bir efsaneydi ve çabuk, eğlenceli oyunuyla ABD’deki taraftarları da çabucak etkilemeyi başarmıştı. Aşağıdaki kısım, Petrovic’in 1993 yılındaki trajik ölümünü anlatmakta ve yeni ayrıntıları gün ışığına çıkarmaktadır.

1993 yılında normal sezon devam ederken Nets’in ofisine bir telefon geldi. Genç bir kadın, bozuk İngilizcesi ile Drazen Petrovic için arıyordu. Willis Reed’in ofisindeki sekretere, kendisinin çok büyük bir hayranı olduğunu söylüyordu genç kadın ve nerdeyse bir görüşme istiyordu. Petrovic’in telefon numarasını cesurca istemiş ancak sekreter tarafından reddedilmişti hanımefendi. “Oyuncularımızın ya da çalışanlarımızın hiçbirinin kişisel telefon numaralarını vermiyoruz,” dendi genç kadına. Elinde tek bir seçenek kalmıştı artık. Kendi numarasını bırakmak ve isterse Petrovic’in onu aramasını beklemek. Petrovic, durumdan haberdar edildi ve telefon numarası kendisine ulaştırıldı. O da arkadaşı Mario Miocic’i arayıp ne yapması gerektiğine dair tavsiye aldı. Petrovic’in Mario Miocic’ten tavsiye istemesi görülmedik şey değildi. Miocic, kendisinden dört yaş daha büyüktü ve hayatında korumacı bir rol üstlenmişti. “Genç bir kadın beni soruyormuş,” dedi Petrovic. “Hırvat mı yoksa Alman mı bilmiyorum.”

“Kimmiş?” diye sordu Miocic. Petrovic ise kadının isminin Klara Szalantzy olduğunu söyledi.

Bir gün sonra Petrovic, öğleden sonra erken saatlerde Miocic’i aradı. Maç günlerinde genelde yapardı zaten bunu. Maça gelip gelmeyeceğini sordu. Szalantzy konusunu da açtı o konuşmada. Petrovic, kendisine verilen numarayı aramış ve Szalantzy ile arkadaşının kaldığı New York’taki bir otel tarafından açılmıştı telefon. “Arkadaş canlısı biri gibiydi,” diyordu Petrovic. Szalantzy ile arkadaşına, o akşam New Jersey’de oynanacak maç için bilet temin etmeyi teklif etmişti. Miocic o akşam Meadowlands Arena’ya geldiğinde her zaman takıldığı yerlerde takıldı. Nets, kendisine soyunma odası ve koridorlara girmesine olanak sağlayan bir kart çıkarmıştı. Sahada şut atan Petrovic’in yanına gittiğinde ikili, Szalantzy ve arkadaşıyla ilgili konuştu. Petrovic, büyük merak içindeydi ve Miocic’e iki hanımefendinin nerede oturacaklarını gösterdi ve belki de önce Miocic’in onlarla tanışarak gerçek niyetlerini görmesinin iyi bir fikir olabileceğini söyledi.

Maçın ardından Petrovic ve Miocic, Szalantzy ile arkadaşıyla birlikte salona yakın, Nets’li oyuncuların iç saha maçlarından sonra sıklıkla gittikleri Houlihan Restoran’da yemek yediler. Miocic, o akşam orada oturup durumu merak etti. Durup dururken yakın arkadaşının dünyasına girmek isteyen yabancılara karşı temkinliydi. Sürekli sporcular veya ünlülerle yan yana olmak isteyen genç kadınların farkındaydı ve dikkatli biçimde, Szalantzy ile arkadaşının niyetlerini tam olarak kestirmeye çalışıyordu. Petrovic ise karakteri itibariyle hayranlarına karşı çok rahattı. Çoğu zaman onlara imza vermekle kalmaz bir de fotoğraf çektirip muhabbet ederdi. Ancak o zamanlarda bile kurduğu iletişimin bir sınırı vardı. Petrovic’in birine bu kadar çabuk ısınması Miocic’e garip geliyordu.

Szalantzy, genç ve güzel bir kadındı. Yalnızca 23 yaşındaydı. O dönemde, hem uluslararası bir basketbolcu hem de model olarak önünde umut vaat eden bir kariyer vardı genç kadının. Arkadaşıyla birlikte New York’a gelmişler ve iki gün içinde uzun süreliğine Avrupa’ya döneceklerdi. Ancak nihayetinde o iki gün oldu bir hafta. Arkadaşının gitmesiyle birlikte Szalantzy zamanının çoğunu Petrovic ile geçirdi. İkili, koca şehrin güzelliklerini keşfe çıktılar.

Szalantzy gittiğinde o ve Petrovic birbirlerinden etkilenmişler ve samimi bir ilişki kurmuşlardı. “Çok kısa süre kaldı,” diyor Miocic o günleri hatırlarken. “Bir ilişki gibi değildi.” Szalantzy Avrupa’ya döndükten sonra ikilinin iletişimi devam etti. Nets’te sezon devam ederken Petrovic sık sık onu çağırıyor, ara ara genç arkadaşına özel zamanlarda çiçek gönderiyordu. Petrovic, Miocic’e yaz döneminde bir ara Almanya’da Szalantzy’yi ziyaret etmeyi planladığını söyledi. Bu yolculuğun amacı olası bir ilişkinin yaşanıp yaşanmayacağını görmek, genç kadının arkadaşlarıyla ve ailesiyle tanışmak ve nasıl bir insan olduğunu görmekti. (Petrovic’in avukatı Nick Goyak, sezonun bitmesinin ardından yaşanan bir anekdotta, annesi Biserka, Petrovic’i zamanında uyandırmadığı için Zagreb’den Almanya’ya giden bir uçağı kaçırdığını anlatıyor. Sonrasında Petrovic, olayı Goyak’a kıkır kıkır gülerek anlatmıştı. Genç yıldız, ünlü oğlunun peşindeki kadınlara karşı temkinli davranan annesinin biraz da bilerek kendisini uyandırmadığını söylüyordu.)

7 Haziran Pazartesi günü Petrovic, Wroclaw’dan havalanan uçağa atladı ve Frankfurt’a gitti. İkili, bir kez daha buluşacaklardı. Szalantzy, söz verdiği üzere Frankfurt havaalanında aracıyla bekliyordu ve kafasında Petrovic’i Münih’e götürmek vardı. İkili, sonraki geceyi bir otelde geçirdiler. Yolculukta, Szalantzy’nin yanında Hilal Edebal isminde, oldukça iyi bir basketbolcu ve arkadaşı gibi modellik de yapan bir başkası vardı. İki genç kadını basketbol bir araya getirmişti, Münih’te takım arkadaşı olup öyle tanışmışlardı. Macar Szalantzy, takımın oyun kurucusuydu. Almanya doğumlu Türk Hilal Edebal ise daha sonradan Amerika’da kolejde de forma giyen bir pivot. Edebal, Türkiye Milli Takımı’nda da oynuyordu ve Türkiye Ligi’nde Galatasaray formasıyla MVP ödülüne bile layık görülmüştü.

Vahim Gün

Öğleden sonra erken saatlerde Petrovic, Szalantzy’nin kullandığı minik, kırmızı bir Volkswagen Golf’un yolcu koltuğuna atladı.

​Gidiş kapısında ise Hırvat milli takımı Zagreb’e gidecek uçak için giriş yapıyordu. Havayolu şirketi, uçuş numaralarını tekrar tekrar kontrol edince uçağın kalkışı gecikti. Yolculardan biri eksikti ve tüm bagajlar tekrar kontrol ediliyordu. Takımın yardımcı koçu olarak takımla birlikte yolculuk eden Aleksandar Petrovic, kardeşinin farklı bir seyahat programı izleyeceği konusunda havayolu görevlilerini bilgilendirdi. Nihayetinde Zagreb’e giden uçağa bindiler. İki saatlik, kısa bir yolculuk olacaktı. Kalkıştan kısa bir süre sonra uçak, Münih’in üzerinden geçtiği sırada sert bir türbülansa girdi ve türbülanstan çıkana kadar yolculardan kemerlerini bağlamaları istendi. Münih’te güzel bir yaz günüydü ve hava sıcaklığı 26 derece idi. Ancak akşama doğru fırtına çıktı. Sağanak yağış sonrası otoban kaygan hâle geldi ve hava da fazlasıyla karardı.

Szalantzy’nin kullandığı araç bir süredir yoldaydı o sırada. Frankfurt’tan doğuya, Nuremburg tarafında gidiyorlardı ve henüz güneydeki Münih’e sapmamışlardı. Yolculuk sırasında bir bağlantı noktasında mola verdiler ve önceki gece çok fazla uyuyamayan Petrovic, biraz kestirmeye karar verdi.

Saat 17.20 sularında, Hollanda menşeli bir kamyonun sürücüsü de Ingolstadt’ın 25 km kadar dışında, otobandan kuzeye doğru gidiyordu. O sırada sağanak yağış nedeniyle kayarak kamyonun şeridine giren bir araç karşısında direksiyonu kırıp kaçması gerekti. Şoförün direksiyonu kırmasıyla kamyon yoldan çıktı ve trafiği ayıran ortadaki bariyerlere çarptı. Şoför sarsılmıştı ama çabucak kendisine geldi ve üç şeritli güney yolunun ortasında olduğunu fark etti. Kamyon, üç şeridi de kapatmıştı. Kamyondan inen adam ellerini sallayarak Münih’e doğru hareket eden sürücülerin dikkatini çekmeyi umuyordu. Bir çarpışmayı önlemekti niyeti. Szalantzy’nin kullandığı araç yüksek bir hızla kamyona doğru gidiyordu. “Çok hızlıydı,” diyecekti Edebal sonrasında. “Almanya’da bazı hız limitleri vardır ama bu limitler küçük yerlerde uygulanır. Otobanda araba ne kadar basıyorsa o kadar hızlı gidersiniz.” Kaza raporuna göre, arkadaşının saatte 180 kilometre hızla gittiğini söylüyordu Edebal. Kaygan yolda bu hız, aracı savunmasız bir konuma getirmişti.

Szalantzy kamyonu gördü ve direksiyonu iki eliyle birden sertçe kırdı. Frenlere de asıldı ve araç önce soldaki bariyerlere çarptı sonra yola döndü. Aracın sağ ön tarafı, Petrovic’in oturduğu taraf da kamyona çarptı. Kazadan sonra, olay yaşandığı sırada Petrovic’in uyuduğu ve çarpışmayı görmediği tahmin edildi.

Szalantzy, kamyonu gördüğünde aracın kontrolünü kaybetti. Araç, kamyondan önce bariyere çarpınca genç kadın asıl darbeyi almadı ve hayatı da böyle kurtuldu. Daha sonra paylaşılan bir rapora göre, aldığı darbe yine de Szalantzy’nin bir hafta hastanede kalmasına sebep olacak kadar sert bir darbeydi. (Detayları bilinmiyor. Zira Szalantzy, kaza ve sonrasına dair hiçbir şey anlatmak istemiyor.) Edebal ise arka koltukta oturuyordu ve çarpışmanın etkisiyle o da ön koltuğa geldi, beyninde bazı hasarlar oluştu, kolu ve sağ kalçası kırıldı. Hayatta kaldı belki ama güçlükle… Daha sonra olay mahalline bir itfaiye ekibi geldi. Kamyondan dökülen 300 litre mazotun orta yerinde Szalantzy’nin kullandığı Golf duruyordu. Arabanın kaportası, kamyonun sağ ön tarafına çarpmış ve ön kapıların her ikisi de yerlerinden çıkmıştı. Kurtarma görevlileri, kaza geçiren iki kadında yaşam belirtileri görebiliyorlardı ve ambulansla acilen hastaneye kaldırıldılar. Durumu çok daha ciddi olan Edebal, Eichstatt Hastanesi’ne götürüldü. Szalantzy ise Ingolstadt Kliniği’ne. “Araçta üç kişi vardı, üç çok farklı sonuç çıktı,” diyordu Edebal.

Kazanın gerçekleştiği yerde, hasarlı araçların ortasında, yağmur altında genç bir adam kalmıştı. Sağlık görevlileri çaresizce onu hayata döndürmeye çalışıyordu ancak çabalarının boşuna olduğunu anlayacaklardı. Emniyet kemeri takmayan Petrovic, kazada direkt kamyonun tarafında kalmıştı ve ciddi bir kafa travması geçirmişti. Petrovic, hayata gözlerini oracıkta yummuştu…

O dönem sol bileğinde altın bir saat vardı Petrovic’in ve o saat, Petrovic’in kalbiyle birlikte durmuştu: akrep 5’te, yelkovan ise 20’de.

Henüz 28’indeki Drazen Petrovic, ölmüştü…

Ertesi sabah, Hırvatistan milli takımının bazı üyeleri, daha sonrasında genç yıldızın ismini taşıyacak olan bir basketbol salonuna çok yakın bir mesafedeki Petrovic’in Zagreb’deki kafesi Amadeus’ta bir araya geldiler. Aleksandar Petrovic oradaydı. Stojko Vrankovic de öyle… Gözleri kızarmış ve şok ile kalp kırıklığı sebebiyle uykusuz geçen gecenin ardından kanlanmıştı. Veljko Mrsic, takımın genç oyuncularından biriydi. Yüzleri düşük olan takım arkadaşlarının arasında o da vardı ve odada ürpertici bir sessizlik hakimdi. “Şimdi bile bunları konuşurken ağlamaya başlıyorum,” diyordu Mrsic ertesi sabahı anlatırken. Çökmüş kardeşleriyle birlikteydi ve şunları söylüyordu: “Onun barına gittiğimiz sabahı düşününce gerçekten çok üzülüyorum.”

İnsanlar, dışarıda, sokakta volta atıyorlardı ve kahramanlarının öldüğüne dair şok edici haberler hâlâ kulaktan kulağa yayılıyordu. Çarşamba günü, yerel bir yayım olan Sportske novosti’nin manşeti sade bir şekilde durumu ortaya koyuyordu: “İmkansız!”

Ertesi sabah, 8 Haziran Salı günü Meadowlands Arena’da Nets bir basın toplantısı düzenledi. Oda sessizdi. “Ölüm sessizliği,” diyordu John Brennan. Önce Willis Reed konuştu. Kafasını kağıttan yalnızca 1-2 kez kaldırarak önceden yazılan bir açıklamayı okudu. Gözyaşlarını tutmaya çalışıyor, sesi titriyordu. “Oğlumu kaybetmiş gibiyim,” diyordu bir avuç muhabire. Reed’e soru soranlar oldu, cevap verirken her defasında daha az ayrıntıya giriyordu. Sonunda sesi tamamen kısıldı ve artık devam edemeyeceğini anladı.

Chuck Daly aldı o sırada sözü. Brennan, o sırada Daly’nin “elinden hayatı alınmış bir adam” gibi gözüktüğünü fark etti. “Chuck; basketbol, maçlar, sakatlıklar gibi konularda bugüne kadar gördüğüm en soğukkanlı insandı,” diyordu Brennan ve ekliyordu, “ama bu olay onu mahvetmişti. Karnına çok sert bir darbe yemiş bir insanda olacağı gibi beti benzi atmıştı ve bitap düşmüştü.” Daly, bir önceki yaz Barcelona’da onun Amerika takımını Petrovic zorladığında nasıl etkilendiğinden bahsetti. Petrovic korkusuz ve tutkuluydu. Aralarında zaman zaman yaşadıkları çekişmeleri anlattı ama sözlerini bitirirken Petrovic’in basketbol oynarkenki tutkusu, bağlılığı ve niyetiyle bir koçun böyle meseleleri görmezlikten gelebileceğini söyledi. “Onun gibi bir oyuncuya mümkün değil kızamazsınız,” diyordu Daly. “Çünkü her şeyi haklı sebeplerle yaptı.”

Daly, daha sonra herkese, Petrovic gibi parlak bir geleceği olan genç bir adam için bile hiçbir şeyin garanti olmadığını anımsattı.

“Bu olay sizlere hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor,” diyordu Daly muhabirlere. “Ve bir şeylerin ne kadar kıymetini bilmediğimizi.”

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

Eurohoops Fırın, İstatistik ve Çeviri’den çıkan içeriklere ulaşmak için tıklayın!