LeBron ve Wade’in Arasında Kaybolan Bir Kariyer: Darko Milicic

14/Şub/18 17:42 Nisan 26, 2020

Mehmet Bahadır Akgün

14/Şub/18 17:42

Eurohoops.net

NBA Draftı’nda ikinci sıradan seçilmişti, herkesin hayal kırıklığı oldu. Ancak Darko Milicic artık o adam değil. Eurohoops Çeviri, LeBron’un ardında, Wade’in önündeki adamın öyküsünü anlatıyor bu kez!

By Sam Borden / Çeviri: M. Bahadır Akgün

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu fotoğraf ve yazı ilk olarak 8 Şubat 2017 tarihinde ESPN’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

1. TAM BİR BAŞARISIZLIK ÖYKÜSÜNÜN KAHRAMANI OLMASINI DERT ETMİYOR

Darko Milicic “bust” (draft hatası) kelimesini sıkça kullanıyor ve bu durum biraz şaşırtıcı. Ben bu kelimeyi kullanmak istemeyebileceğini ya da en azından duyduğu zaman yüzünü ekşitmesini bekliyordum ama o hiç umursamıyor, sallamıyor. Balgam gibi boğazına takılmıyor bu kelime.

Hayır, Darko alnı açık bir adam. Lafını sakınmıyor. Boyu 2,13, ağırlığı 136 kilogram. Neredeyse bir garaj kapısı gibi vücudu var. Ancak benimle tanıştıktan sonraki 10 dakika içinde beş kez “bust” kelimesini ironik şekillerde kullanıyor. “Bu röportajın konusu ne kadar büyük bir “bust” olduğum değil, di mi?” gibi yani.

Carmelo Anthony, Chris Bosh ve Dwyane Wade’in hemen önünde, LeBron James’in hemen arkasında seçildiği 2003 NBA Draftı’nı hatırlatıp hafızalara kazınacak kadar korkunç bir tercih olması ile ilgili şakalar yapıyor. O oyuncularla konuşuyor gibi yapıyor, elini kaldırıyor ve onlara gruptaki birinin o grubun kabusu olması gerektiğini anlatıyor, “Siz en iyiler olun, ben tarihe kara bir leke olarak geçerim,” diyor. Sonra da içten bir kahkaha patlatıyor.

Yaklaşık üç saat süren röportajımız sırasında muhabbetin arasına “bust” kelimesini sıkıştırıyor ve zaman zaman bu kelimeyi, “felaket” gibi uygun eş anlamlı kelimelerle değiştiriyor. Bir nokta geliyor, 15 saniye içinde üç kez “bust” diyor ve profesyonel basketbol kariyerinin tanımını alnına, üzerinde BUST yazan hayali bir etiket yapıştırarak noktalıyor. Sanki bir performans sanatı, bir tedavi.

O zaman asıl soru şu: Gerçekten o kadar kötü müydü?

Cevabı kısa: Evet, oldukça.

 

Darko’nun NBA’de yarattığı hayal kırıklığının sınırlarını ölçmenin bir sürü yolu var. Mesela 52 milyon dolar kazanırken maç başına 6,0 sayı ortalama yakalamış olması ile başlanabilir. Yine de bunu anlamanın en kolay yolu şu: Basketball-Reference.com’da bir oyuncunun tüm istatistiklerine bir araya getiren ve benzer kariyer geçiren oyuncuları listeleyen bir özellik var.

LeBron için mesela bu listede Julius Erving, Larry Bird ve Charles Barkley gibi efsanevi oyuncular yer alıyor. Chris Bosh için oluşturulan listede Dominique Wilkins ve Alex English gibi Hall of Fame oyuncular var. Wade ise Clyde Drexler ve Walt Frazier ile kıyaslanıyor.

Darko’ya en yakın eşleşme Lee Nailon diye biri. Onu Lou Amundson ve Lorenzo Williams izliyor. Bu beyefendilere saygımız büyük ancak hiçbirinin ikinci sıradan draft edilmediğini ve bütün bir ülkenin beklentilerinin onların omuzlarında olmadığını da söyleyelim. Hatta bu isimlerin ikisi hiç draft edilmedi.

Ancak Darko’nun bu konuda bir sorunu yok gibi gözüküyor. Lig tarihindeki en ünlü yedek parçalardan biri olmakla ilgili hiçbir sorunu yok. Bir şekilde bundan memnun. Dahası, bu baharda Darko’nun memleketi Novi Sad’da arabayla giderken vahim kariyeriyle ilgili bu kadar rahat olmasını hiç de beklemediğimi söyledim.

“Ne bekliyordun?” dedi Darko. Tereddüt ettim. Nasıl olur da ayıp etmeden “önlenemez bir memnuniyetsizlik” derim diye düşünüyordum.

“Bir keresinde Frederic Weis ile ilgili bir köşe yazmıştım,” diyorum Darko’ya ve Avrupalı bir başka basketbol faciasını hatırlatıyorum. Bu kez o facia Sırp değil Fransız yine de. Hani 1999’da New York Knicks tarafından draft edilmesine rağmen Knicks formasıyla tek maça çıkmayan Fransız. Darko’nun yüzüne ışık geliyor. Anımsıyor Weis’ı.

“Nasıldı?”

“Üzgün ve depresyondaydı,” diyorum. “Başka bir sürü derdi de vardı eşi ve çocuğu ile ilgili ama yine de olayların geldiği nokta konusunda hayli kızgındı. Hayatın kendisine kızgındı. Sanırım görünmeyen bir kızgınlıktı ama kızgınlıktı işte.

Boş konuşuyorum.

“Aslında Weis bir keresinde kendisini öldürmeye çalışmış,” deyiveriyorum birden.

Darko’da bir ifade yok.

“Gerçekten mi?”

“Evet.”

Bir dakika boyunca sessizce yolumuza devam ediyoruz. Burada pek trafik ışığı yok ve yol engebeli, radyo açık, düşük sesle Sırp müziği çalıyor. Sanki boş konuşmuşum da ortalığa sessizlik çöküyor.

 

Ama sonra birden Darko diyor ki, “Garipmiş Weis konusu. Çünkü ben sanki eski Darko ölmüş gibi hissediyorum. Sanki, kendimle ilgili ya da basketbol dönemlerimle ilgili bir şeyler düşündüğüm zaman sanki göçüp gitmiş birini düşünüyorum gibi geliyor bana.”

2. TOPLUMSAL YARGILAR VE BASKI BÜTÜNÜ YÜZÜNDEN HAYALLERİYLE İLGİLİ YALAN SÖYLEMESİ GEREKTİĞİNE İNANMIYOR ARTIK

Detroit Pistons kendisini draft ettiğinde Darko 18 yaşında. Daha öncesinde 1990’lı yıllarda Sırbistan’da yaşıyor. Balkanlar’daki yıllar süren çeşitli savaşları görmüş, babası asker olan bir çocuk. Şehrini yerle bir eden NATO bombalamalarını da gördü. O bombardımanlar Darko, kız kardeşi ve ailesini bodrumda yaşamaya, yukarıdaki patlamaların seslerini dinlemeye zorlamıştı.

Bir keresinde 90’ların başında Bosna’daki savaş sırasında ailesiyle birlikte televizyon izliyor ve haberlerde 15-20 Sırp askerin nasıl öldürüldüğü geçiyor. O bültendeki isimlerden biri de Milorad Milicic. O dönemde henüz 10 yaşında bile olmayan Darko, ekrana bakıp babasının yüzünü gördüğünü hatırlıyor.

Annesine soruyor, “Neden babam televizyonda?”

Annesinden yanıt gelmiyor. Yalnızca ağlamaya başlıyor annesi. Darko da ağlıyor.

Ancak yaklaşık beş dakika sonra haberlerde bir hata yapıldığı belirtiliyor. Bazı isimler yanlışmış. “O hissi asla unutmayacağım,” diyor Darko. “Birden bire öldü. Birden bire geri döndü.”

Milorad evine dönüyor. Ve diğer şeylerin arasında, Darko’ya basketbol oynamayı öğretiyor, evin hemen alt tarafında şut atmayı öğretiyor. Ancak bunun sebebi babanın ya da oğlun basketbola özel bir sevgisinin olması değil. Sebep büyük oranda biyoloji.

“Babam bana basketbolu öğretti çünkü bizim köyde ‘Uzunsun, bir denesene?’ diyen insanlar vardı,” diyor Darko. “Basketbol oynamak isteyen ben değildim ki.”

 

Yine de basketbolda iyi olduğu ortaya çıkıyor Darko’nun. Ailenin desteği ve altı yıl boyunca müzikle doğru düzgün ilgilenmemelerine rağmen çocukları üflemeli çalgılara mahkum eden ergen tembelliği de olunca Darko basketbol oynamaya devam ediyor. Hemofarm’a gidiyor sonra. Vrsac şehrine yakın bir profesyonel kulüp Hemofarm. Darko, o dönemde 14 yaşında. Basketbol, tutkusu olmasa da amacı hâline geliyor.

Gözlemciler gelmeye başlıyor, Darko da NBA’i mali istikrarsızlıktan, Sırbistan’ın sürekli karışıklığından bir çıkış kapısı olarak görüyor. Onun için her türlü çocukluk fantezisinin gerçekleşmesinden daha büyük bir çıkış kapısı NBA. Basketbolu da yeterince seviyor. Tanıştığı herkes onu NBA’e yönlendiriyor. Her şey önünde olup bitiyor. Hangimiz bir kapıdan sırf açık diye geçmedik ki?

Asıl sorun, bu hikayenin yabancı basketbolculardan beklediğimiz hikaye olmayışı. Onların NBA’e aşk beslemesini, cızırtılı internet videolarında maçları izleyerek büyümelerini, oyunculara hayranlık beslemelerini ve tuzağa düşmelerini bekliyoruz. Yao Ming, Çin’den NBA’e geldiği zaman Arvydas Sabonis ve Hakeem Olajuwon’a olan hayranlığını hiç gizlemedi. Daha da yakın zamanda Kristaps Porzingis, ilham aldığı kişinin Dirk Nowitzki olduğunu söyledi, herkes de onu tasdik etti.

Darko, ABD’de ilgi görmeye başlayınca beklendik sorular da başladı: “İdolün kimdi? Kimi izlemekten keyif alıyordun?”

“Kevin Garnett,” dedi Darko. Herkese okul otobüsünden uzun kanat genişliği olan forvet Garnett’in kendisine ilham kaynağı olduğunu söylüyordu. Yerel televizyonlarda Garnett’i sevdiğini söyledi. USA Today’e, ESPN’e Garnett’i sevdiğini anlattı.

Ancak Garnett’i doğru düzgün izlememişti bile. “Onu buldum, onun olduğuna karar verdim,” diyor Darko şimdilerde. “Sevmem gereken oyuncu o gibi gelmişti bana.”

Sevmesi gereken… Eski Darko böyleydi sanki, di mi? Uzundu, basketbol oynadı. İyiydi, Hemofarm’a gitti. Fark edildi, Amerika’ya gitti. Bir idole ihtiyacı vardı, bir idol uydurdu. Yol onu nereye götürürse oraya gitti. Kafasında ne ihtişamlı, puslu bir imge vardı ne de zihninde gerçekleştirmenin hayalini kurduğu tatlı bir an. O, ışıklar açıkken hayal kuruyordu.

Ama artık basketbol kariyeri bitti ve işler değişti. Şimdilerde bir tutkunun hayalini kuruyor. Onu gülümseten bir imge var artık zihninde.

Kiraz…

Darko, basketbol kariyeri sonrası tarıma el attı. Bazı sporcular emlak işine giriyor, bazıları tekstil. Darko, meyve-sebzeye yönelmiş. Kafanız karışmasın, Old MacDonald’dan daha büyük bir alana sahip. Elma ağaçlarından oluşan 125 dönümlük bir arazisi var ve Dubai, Rusya ve Afrika ülkelerine elma ihraç ediyor.

Yine de hayali kiraz. “Kirazdaki mali kazanç çok büyük,” diyor Darko. “Piyasa çok açık.” Darko, kirazdan bahsederken gözleri büyüyor. Tutku duyuyor. Can buluyor.

“Bu kirazları üretmek istiyorum,” diyor arzulu göründüğü tek anda. “Bence zamanı geldi.”

3. KLASİK AKŞAM RUTİNİNDE ARTIK KENDİ EVİNE ZARAR VERMEK YOK

Darko artık duvarları yumruklamıyor. Egzersiz yapmak için bazen ağır çantaları yumrukluyor. Bir keresinde de bir atın suratını yumruklamış (bkz. ileriki bölümler). Ancak etrafındaki duvarları sürekli cezaya çarptırma günleri geride kalmış.

Bu, önemli bir değişim. Darko, NBA’de oynadığı dönemde -yani tam oynamak değil ama- yine benchi ısıttığı bir maçın ardından evine dönüp öfkesini ince, Amerikan duvarlara yansıtırdı.

En kötüsü de Memphis’te yaşandı. Darko’nun eşi Zorana, o dönemde kendisiyle birlikte yaşıyordu. Zorana, o dönemi “kriz dönemi” olarak adlandırıyor. Takım kaybediyor. Darko öfkeli. O dairenin duvarları da süzme peynir gibi. Çıkıntılı, kaymak gibi.

Yaşananlar tanıdık. Darko gelir, duvarları yumruklar ve uyur. Birçok şehirde neredeki boya hasarını kapatırsa kapatsın bunu çabucak yapan yerel çalışanları tanıdı.

“Böyle tam beyaz bir renk vardır. Sonra diğer beyaz renk gelir. Sonra da gri renk,” diyor Darko yamalı duvarları için. “Benim evim öyleydi işte.”

Darko’nun her zaman patlamaları oldu. “Delirmek” diyor o patlamalar için Darko. Darko ile gençlik çağında tanışan Mile Ilic, Darko’nun bazı zamanlar açıklanamayacak derecede fevri olduğunu söylüyor. “Bazen,” diyor, “antrenmanı bırakır, çalışmak istemez ya da salonu temizlemesi gerektiğini düşünmezdi. Koç da takımın kalanını cezalandırırdı.”

“O anlarda bunun acısı sizden çıktığı için Darko’dan nefret etmeye başlarsınız,” diyor Ilic. “5-10 dakika böyle gider, sonra tamamen normal bir karaktere bürünür.”

Ancak Darko, NBA’e gittiğinde duyguları daha da karmaşıktı. Başlangıçta yalnızca genç bir oyuncuydu ve anlamadığı bir kültürün içinde eviyle arasında bir okyanus vardı. Örneğin Darko, maçlardan veya antrenmanlardan sonra salonda duş almaktansa evine giderdi. Amerika’da oyuncuların birlikte duş aldıklarını fark etmedi.

“Darko’ya ben öğretmek zorunda kaldım,” diyor 2002-08 arasında Detroit’te oynayan Chauncey Billups. “‘Maç ya da antrenman bittiği zaman havlunu takıp duşa gidersin’ dedim. ‘Burada böyle yapıyoruz.'”

Ancak bu saflığın öfkeye dönüşmesi de uzun sürmüyor. Pistons koçu Larry Brown’ın Darko’yu oynatmak gibi bir isteği pek de yoktu. Detroit, 2 numara seçimini bir takas ile takıma katmıştı ve o dönemde elinde birçok yetenekli veteran vardı. Brown, Darko’yu oynattığında da Darko’nun istediği gibi dışarıdan pas veya şut atmasından ziyade potaya yakın oynamasını istiyordu. Darko, sürekli surat asan bir tipe dönüştü kısa sürede.

Duvarları yumrukluyordu. İçki içiyordu. Darko sonraları antrenmanlara da “akşamdan kalma” gelmeye başladı. “Uyumuyordum,” diyor Darko. Klasik lise hareketleri. Yıldız olamayacaktı, asi çocuk olmayı seçti.

“Darko’ya davranış biçimimiz konusunda hiçbir pişmanlığım yok,” diyor Brown şimdilerde. “Daha olgun ve sabırlı olamadığı için pişmanlık duyuyorum.”

Orlando’da da aynı şey oldu. YouTube’da ölümsüzleşen bir uluslararası maçta hakemlere bağırıp çağıracak kadar mutsuz olduğu Memphis’te de durum aynıydı. Darko, onunla röportaj yapan muhabirler kendisini sakinleştirmeye çalışırken bile aynı şeyleri yaptı. “Gittiğim her yerde, en ufak şey beni öfkelendiriyordu,” diyor Darko.

En saçması da ne biliyor musunuz? Tüm bu duvar yumruklamalar ve iki kez elini kırma meselesi, sahaya çıktığı dönemde gerçekleşti. Memphis’te Indiana karşısında sağ elinin bir kemiğini kırdı. İlk sezonunda, Detroit, Lakers karşısında NBA şampiyonluğunu kazanmak üzereyken Brown, Darko’yu oyuna aldı. Şut attığı sırada bir rakibi onu indirdi ve eli kırıldı.

Darko, o olaydan bahsederken gözlerini deviriyor.Bir süredir duvar yumruklamadığını söylüyor. Zorana da aynısını söylüyor. Darko, bunun sebebinin Sırbistan’da evlerin taştan yapılması olduğunu söylüyor. Sırbistan’daki duvarların şakası yok.

Zorana, Darko’nun hayatından basketbol çıkışının kilit rol oynadığını söylüyor. Çakmağı, gaz ızgaradan çekmek gibi düşünün. Şimdilerde Darko akşam geldiğinde ailesi ile yemek yiyor, koltukta sızmadan önce televizyon izliyor.

Darko ayrıca basketbol da izlemiyor. NBA’i neredeyse hiç takip etmiyor. Şaka da yapmıyor. “Darko ile ilk olarak Haziran ayında buluştum,” diyor Zorana. “Golden State Warriors, Cleveland Cavaliers karşısında seriyi 2-0’a getirmişti. Spora dair en ufak ilgisi olan herkes LeBron ile Stephen Curry arasındaki mücadeleyi bilirdi.

Darko’ya seriyi sorduğum zaman gerçekten şaşırmış gibiydi. Çiftliğinde oturmuştuk. Darko, tarlalara bakıyordu. ‘Finaller mi oynanıyor?’ dedi. ‘Kim önde?'”