Her NBA Takımının İçinde Ukde Kalan Yıldızı (2000 Sonrası)

11/Eki/25 10:12 Ekim 11, 2025

Arma Kaynar

11/Eki/25 10:12

Eurohoops.net
derrick-rose-chicago-mvp
Nathaniel S. Butler/ Getty Images/ Ideal Image

NBA tarihi boyunca “ya şöyle olsaydı?” sorusu, ligin hayaletlerinden biri olmuştur.

by Eurohoops Team / info@eurohoops.net 

Eurohoops Türkiye’yi YouTube’da takip etmek için tıklayın!

Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın! 

Bu yazı 10 Ekim 2025 tarihinde Bleacher Report’ta yayınlanmıştı.

Derrick Rose’un dizleri dayanabilseydi?

Greg Oden’ın bedeni ona ihanet etmeseydi?

2000 yılından bu yana her takımda bu soruyu akıllara getiren bir oyuncu mutlaka oldu.
Potansiyeli hâlâ havada asılı kalan, cevapsız bir soru işareti gibi duran o isim.

Kader bazen rastgele, bazen acımasızdır.

Nisan ayında kopan bir çapraz bağ, kampta kırılan bir ayak ya da yanlış zamanda yanlış koçun eline düşmek…

Bazen de fark, potansiyelle hayal kırıklığı arasındaki o ince çizgiden ibarettir.

2010’larda Oklahoma City Thunder’ın içini acıtan anlar ya da Philadelphia 76ers’ın “The Process” döneminde harcanan draft seçimleri gibi.

Bu oyuncular, taraftarlar için birer efsane, birer şehir efsanesi gibi kaldı.

“Ya olsaydı?” yıldızı, her takımın hikâyesinin bir parçasıdır.

Son 25 yılın basketbol tarihini anlatırken atlanamayacak bir bölüm.

O hâlde gelin, her NBA takımının 2000 yılından bu yana yaşadığı en büyük “ya şöyle olsaydı?” senaryosuna birlikte göz atalım.

Yazılamayan hikâyeleri yeniden hatırlayalım.

Atlanta Hawks: Marvin Williams

Atlanta Hawks v Sacramento Kings

Marvin Williams, günümüz NBA’ine oldukça uygun bir oyuncu tipiydi: hem pozisyonlar arası switch yapabilen, uzun kanat oyuncusu, hem de şut tehdidi olan, Iverson kesmelerinden sayı üretebilen bir profil. Eğer bugün draft edilseydi, yine lotarya seçimi olurdu, hatta belki etrafında bir hücum bile inşa edilirdi.

2005’te NCAA şampiyonu olan North Carolina takımının en parlak ismi olarak Hawks onu 2. sıradan seçti. Kadroda Josh Smith, Al Harrington, Josh Childress gibi genç yetenekler ve yeni transfer Joe Johnson vardı. 2025’te böyle bir yapı karanlık atlı bir Doğu takımı gibi görünür.

Ancak o dönemin NBA’i çok farklıydı. Williams, Joe Johnson merkezli izolasyon hücumlarının içinde pasif bir role sıkıştırıldı. Pick-and-pop’lar veya elbow bölgesinden üretimler yerine, sadece köşe şutörü gibi kullanıldı.

Doğru şekilde kullanılsaydı, Williams hem savunmada switch yapan bir lider olabilir, hem de Johnson’ın dış şutlarını tamamlayan bir ikinci opsiyon haline gelebilirdi. İlginçtir, bugünkü Hawks kadrosu tam da böyle bir yapıya benziyor. O dönemin “yarım kalmış” planı, bugünün Jalen Johnson’ında vücut bulmuş gibi.

Boston Celtics: Gordon Hayward

Boston Celtics v Miami Heat - Game Six

Jaylen Brown ve Jayson Tatum ikilisi her zaman bir şampiyonluk kazanabilecek potansiyele sahipti. Belki de bunu çok daha önce başarabilirlerdi… 2017 sezonunun ilk maçında, Gordon Hayward ayağını kırmasa.

Hayward, Celtics’e geldiğinde taze All-Star’dı. Utah Jazz’da 22 sayı ortalaması yakalamış, iki yönlü mükemmel bir kanat oyuncusuydu. Kyrie Irving, Al Horford, Brown ve Tatum’la birlikte kağıt üzerinde Doğu’yu domine edebilecek bir yapı kurulmuştu.

Ancak Hayward’ın o korkunç sakatlığı, hem o sezonu hem de takımın kimyasını mahvetti. İyileştiğinde Brad Stevens ısrarla onu ilk beşe koydu, bu da takım içinde huzursuzluk yarattı. Sonuç olarak hem Kyrie hem Hayward kısa süre sonra ayrıldı.

Celtics yeniden yapılanmaya gidip Brown ve Tatum’u merkeze aldı. Ve neredeyse bir on yıl sonra, 2024’te nihayet o beklenen şampiyonluk geldi. Ama belki de Hayward sakatlanmasaydı, bu başarı çok daha erken gelecekti.

Brooklyn Nets: Kyrie Irving

Brooklyn Nets v Boston Celtics

Kyrie Irving’in Brooklyn kariyeri tam anlamıyla kaotik geçti. Aşı karşıtlığı, tartışmalı sosyal medya paylaşımları, medyayla yaşanan gerilimler… Ancak en büyük sorun, liderlik konusundaki eksikleriydi.

Kevin Durant’ı Nets‘e getiren isim oydu. Ardından James Harden da katıldı ve ortaya kağıt üzerinde yüzyılın takımı çıktı. Ancak Kyrie’nin sahadaki yokluğu ve saha dışındaki çelişkili tavırları, Harden’ı soğuttu. Takım üçlüsü yalnızca 16 maç birlikte oynayabildi.

İşin ironik kısmı, Irving Dallas’ta olgun bir oyuncu profili çizdi. Belki Nets’te bu olgunluğa daha erken ulaşsaydı, bu süper üçlü birkaç yıl boyunca ligi domine edebilirdi.

Bugün baktığımızda, Kyrie olgunlaştı ama Nets o dönemki fırsatını sonsuza dek kaybetti.

Charlotte Hornets: Emeka Okafor

Charlotte Bobcats v Los Angeles Clippers

Emeka Okafor’un “what if” hikayesi pek de etkileyici değil; çünkü asıl sorun oyuncudan çok organizasyonun yapısal eksikliğiydi. Hornets, son 20 yılda sadece 3 playoff galibiyeti alabildi.

2004’teki draftta 2. sıradan seçilen Okafor, o dönemin prototip pivotuydu: çember savunucusu, ribaunt canavarı, NCAA şampiyonu bir lider. Ancak 1 numaradan Dwight Howard’ı seçme şansını kaçırmaları, büyük bir fark yarattı.

Çaylak sezonunda 19 maçlık double-double serisi yakaladı ve All-Star oylamasında 400 bin oy aldı. Ama ikinci sezonunda yaşadığı bilek sakatlığı sonrası bir daha o formuna ulaşamadı.

Eğer sağlıklı kalabilseydi, Elton Brand benzeri bir yıldız olabilirdi. Ancak ne yanında elit bir oyun kurucu vardı ne de destekleyici yıldızlar. Okafor, bir takımı tek başına taşıyamayacak kadar fazla yük altına girdi ve sakatlıklara sürüklendi.

Chicago Bulls: Derrick Rose

Atlanta Hawks v Chicago Bulls - Game Two

Derrick Rose’un potansiyeli tartışılmaz. Çaylak yılında Yılın Çaylağı ödülünü kazandı, 2010-11 sezonunda ise NBA tarihinin en genç MVP’si oldu. 25 sayı – 7.7 asist ortalamalarıyla Bulls’u 62 galibiyete taşıdı.

Ancak 2012 playoff’larında yaşanan o talihsiz an, NBA tarihini değiştirdi. 76ers’a karşı ilk tur ilk maçta, maçın bitimine 1 dakika kala çapraz bağlarını kopardı. Bulls maçı önde götürüyordu; Rose’un triple-double yapmasına ramak kalmıştı. Sonrası malum: sakatlıklar, uzun rehabilitasyon süreçleri ve bir daha asla MVP formuna dönemeyen bir yıldız.

D-Rose, 2024 sezonuna kadar zaman zaman ışıldayan anlar sergiledi ama o eski patlayıcılığını bir daha tam anlamıyla yakalayamadı. 2011 MVP sezonu, modern NBA’de bir oyun kurucunun sergilediği en dominant performanslardan biri olarak tarihe geçti.

Onu durdurabilen tek kişi… yine kendisiydi. Ne kadar trajik.

Cleveland Cavaliers: Carlos Boozer

Cavaliers v Bucks

Carlos Boozer, Cleveland Cavaliers’ın LeBron James’le birlikte inşa etmeyi planladığı ön alan parçasıydı. 2002’de ikinci turdan seçilen Boozer, kısa sürede double-double makinesine dönüştü ve yumuşak bileği, güçlü ribaundlarıyla dikkat çekti. Duke çıkışlı bir oyuncu olarak uzun vadede Cavaliers’ın temel taşlarından biri olması bekleniyordu.

Ancak 2004 yazında serbest kalması büyük bir krize dönüştü. Cleveland onun düşük maliyetli opsiyonunu reddetti; görünüşe göre, Boozer’la daha büyük bir sözleşme konusunda sözlü anlaşma yapılmıştı. Utah Jazz devreye girdi, 6 yıl – 68 milyon dolarlık bir teklif sundu, ve Boozer bu teklifi kabul etti.

Eğer Cleveland onu takımda tutabilseydi, LeBron’un kariyerinin ilk döneminde yanında bir All-Star uzun olurdu. Bunun yerine Cavs, Drew Gooden, Donyell Marshall, Antawn Jamison gibi geçici çözümlerle yıllarca yol aldı. Boozer’ın kaybı, “The Decision” öncesi dönemde LeBron’un şampiyonluk şansı bulamamasının temel nedenlerinden biri haline geldi.

Dallas Mavericks: Steve Nash

Nash alongside Nowitzki

Dallas Mavericks’in en büyük “keşke”si Mark Cuban’ın kararıdır. 2004’te, kulüp doktorlarının “belindeki sakatlık uzun sürmez” görüşüyle Steve Nash’in kontratını uzatmama kararı alındı. Nash Phoenix’e gitti, üst üste iki MVP kazandı ve NBA hücumunun çehresini değiştirdi.

Dirk Nowitzki ile Steve Nash’in pick-and-roll uyumu, 2006 NBA Finalleri’nde Miami Heat karşısında bambaşka bir son getirebilirdi. Nash’in oyun temposu, şut tehdidi ve liderliği, Dirk’in spacing’iyle birleştiğinde savunulması neredeyse imkânsız bir yapı ortaya çıkabilirdi.

Cuban bu kararıyla yalnızca bir oyuncuyu değil, muhtemelen en az bir şampiyonluğu kaybetti. Phoenix “Seven Seconds or Less” sisteminin yıldızı olurken, Dallas gerçek yıldız ikilisini elinin tersiyle itmiş oldu. Nash’in “dayanmaz” denen bedeni, sonraki 10 yıl elit seviyede kaldı. Doktorlar yanıldı, tarih değişti.

Denver Nuggets: Michael Porter Jr.

DENVER NUGGETS VS OKLAHOMA CITY THUNDER, NBA

Michael Porter Jr., nadir rastlanan bir örnek: şampiyon olmuş bir takımda bile “ya potansiyelini tam kullansaydı?” sorusunu akıllara getiriyor. Nuggets, 2023’te Nikola Jokić ve Jamal Murray sağlıklı olduğunda şampiyon oldu ama bu başarı Porter’ın katkısından çok bağımsız gerçekleşti.

2018’de riskli ama potansiyeli çok yüksek bir seçimdi. Sırtındaki sakatlıklar biliniyordu, ama tavanı Kawhi Leonard benzeri bir iki yönlü yıldızdı. Gerçeklik ise inişli çıkışlı performanslar, sakatlıklar ve zaman zaman konsantrasyon eksikliğiyle doluydu.

Potansiyelini tam anlamıyla sahaya yansıtsaydı, Nuggets belki de birden fazla şampiyonluk kazanabilecek bir çekirdeğe sahip olacaktı. Ancak o hâlâ bu kadronun ortasında bir soru işareti olmaya devam ediyor.

Detroit Pistons: Darko Miličić

Detroit Pistons Announce Draft Choices

Darko Miličić, 2003 NBA Draftı’nın en büyük pişmanlık hikayelerinden biridir. LeBron James’in ardından 2. sıradan seçilen Sırp uzun, Carmelo Anthony, Dwyane Wade ve Chris Bosh gibi yıldızların önünde tercih edildi. Pistons şampiyon oldu, ama Darko sadece “çöp zamanlarında” süre aldı.

Plan, onu Ben ve Rasheed Wallace’ın arkasında geliştirip sonraki dönemin ilk opsiyonu yapmaktı. 7 footer boyu, yumuşak bileği, blok yeteneği ve şut menziliyle teoride mükemmel bir oyuncuydu. Ama mental olarak hiçbir zaman hazır değildi.

Detroit, Melo’yu seçseydi, 2004 şampiyon kadrosuna elit bir skorer eklenmiş olacaktı. Belki de o kadro birden fazla yüzük kazanacaktı. Ancak Darko seçimi, Pistons’ın o dönemde geleceği değil geçmişi oynadığını gösterdi.

Golden State Warriors: James Wiseman

Portland Trail Blazers v Golden State Warriors

2020 Draftı’nda 2. sıradan seçilen James Wiseman, Warriors için “geleceği bugünden inşa etme” planının merkezindeydi. Stephen Curry, Klay Thompson ve Draymond Green yaşlanırken, Wiseman onların yanında büyüyüp bayrağı devralacaktı.

Ancak işler öyle gelişmedi. NCAA’de sadece 3 maç oynamıştı, gelişimi çiğdi. Steve Kerr’in karmaşık hücum sistemine uyum sağlayamadı. Savunmada da sık sık pozisyon kayıpları yaşadı. Sonraki sezonlarda ise diz sakatlıkları, operasyonlar ve form düşüklükleriyle kayboldu.

Asıl mesele şu: Warriors, Curry ile şampiyonluk kovalamaya devam ederken aynı anda bir çaylağı geliştirmeye çalıştı. Bu ikili zaman çizgisi çakıştı, Wiseman olmadı.

Geriye kalan ise: “Ya Wiseman gerçekten tavanına ulaşsaydı?” Ya da “ya o draft hakkıyla LaMelo Ball ya da Tyrese Haliburton seçilseydi?” soruları oldu.

Houston Rockets: Dwight Howard

Golden State Warriors v Houston Rockets - Game Three

Dwight Howard 2013’te Houston’a geldiğinde beklenti büyüktü: James Harden’ın skorerliğini tamamlayan dev bir iç tehdit, pota altının hâkimi. Daryl Morey sonunda şampiyonluk yolunda hem yıldız hem savunma lideri olacak bir uzun almıştı. Ancak yıllar sonra geriye sadece bir “ya şöyle olsaydı?” sorusu kaldı.

İstatistiksel olarak Howard kötü değildi. Rockets formasıyla çıktığı 183 normal sezon maçında 16 sayı, 11.7 ribaund ve 1.6 blok ortalamaları yakaladı. Ancak ikinci sezonunda yaşadığı sırt ve diz problemleri onu sınırladı, 2014–15 sezonunda sadece 41 maça çıkabildi.

Playoff’lara gelindiğinde ise eski Orlando versiyonunun çok uzağındaydı. Harden zaman zaman play-off’larda tıkanırken, Howard’ın iç savunma ve ribaund gücüyle birkaç maçı kurtarma şansı vardı. Ancak sağlığı ve savunmadaki sürekliliği bu yükü taşıyamadı.

Howard sağlıklı kalsaydı, Rockets belki de Harden liderliğindeki dönemde birkaç kritik eşleşmeyi kazanabilirdi. Ama bu ihtimal hiçbir zaman gerçeğe dönüşmedi. Rockets onun dalgalı performanslarını küçük beşlerle ve üçlük yağmuruyla telafi etmeye çalıştı. Sonuç: iç oyun gerektiği anda kayboldu. Howard, hiçbir zaman “Superman” moduna geçemedi.

Indiana Pacers: Danny Granger

Indiana Pacers v Atlanta Hawks

Basketbolu gerçekten bilenler, Danny Granger’ın ne kadar özel bir oyuncu olduğunu bilir. 2005’te draft edilen Granger, sessiz ama ölümcül bir skorerdi. 2009’da 25.8 sayı ortalamasıyla En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu ödülünü kazandı ve All-Star oldu. Hem dış şut hem savunma sezgileriyle çok yönlü bir tehditti.

Ancak dizler gitti, ardından bilek sakatlıkları başladı. 2012 sonrası sadece 46 maçta forma giyebildi. Paul George, Roy Hibbert ve Lance Stephenson’ın önderliğinde Miami Heat’e kafa tutan Pacers kadrosunda Granger yoktu. Bir zamanlar takımın yüzü olan oyuncu, 2014’te bir takas parçası olarak sessizce veda etti.

Granger sağlıklı kalsaydı, Paul George’la birlikte doğunun en tehlikeli kanat ikilisine dönüşebilirlerdi. İki yönlü, sert savunma yapabilen, çok yönlü hücum opsiyonları olan bir yapı. Bu yapı, Pacers’a 2000’lerin başından bu yana en çok yaklaştıkları NBA Finalleri biletini kazandırabilirdi.

Ama bunun yerine Granger, “olabilirdi ama olmadı” denilen bir yıldız olarak tarihe geçti.

Los Angeles Clippers: Paul George

Los Angeles Clippers Introduce Kawhi Leonard & Paul George

Kawhi Leonard’ın sakatlık geçmişini kenara bırakırsak, Clippers’ın Paul George takası hâlâ NBA tarihinin en ağır bedelli hamlelerinden biri. Clippers; bir MVP adayıyken alınan, elit savunmacı, çok yönlü bir kanat oyuncusu olan George için tüm gelecek haklarını ve Shai Gilgeous-Alexander gibi bir süperyıldızı takasladı.

Ama George hiçbir zaman beklentileri tam anlamıyla karşılamadı. Los Angeles doğumlu olmasına ve Kawhi’nin ısrarıyla alınmasına rağmen, zaman zaman ilgisiz, zaman zaman vurdumduymaz bir profil çizdi. Savunma etkinliği düştü, üçlük yüzdesi geriledi. Playoff’larda inişli çıkışlı performansları “Playoff P” ve daha sonra “Podcast P” gibi alaycı lakaplarla anılmasına neden oldu.

2024 yazında George, serbest oyuncu olarak Philadelphia’ya gitti ve Clippers hiçbir karşılık alamadı. Bu yetmezmiş gibi, George takasında gönderilen Shai liderliğindeki Thunder 2025’te NBA şampiyonu oldu.

Los Angeles Lakers: Chris Paul

Los Angeles Clippers v Los Angeles Lakers

Kobe Bryant’ın bu konuya öfkeli olmasında haklıydı. Tarih 8 Aralık 2011. NBA, 161 gün süren lokavttan yeni çıkmış, lig yeni bir toplu iş sözleşmesiyle yola devam etmeye hazırlanıyordu. O gece, asıl büyük haber ise şuydu: NBA yönetimi, Chris Paul’ün Lakers’a takasını veto etti.

Lakers, Kobe etrafında yeniden şampiyonluk kadrosu kurmak istiyordu. Chris Paul, onun birlikte oynadığı en iyi gard olabilirdi. Ancak NBA o dönem Hornets’ın geçici sahibi konumundaydı ve ligin denge yapısını korumak adına bu takası iptal etti. Veto, direkt olarak David Stern’den gelmişti.

Sonrasında Clippers devreye girdi, CP3’ü aldı ve Los Angeles’taki güç dengesi değişti. Lakers ise, Kobe’nin son yıllarında şampiyonluk penceresini kapatmak zorunda kaldı.

O gün o takas gerçekleşseydi, belki Kobe altıncı yüzüğünü takmış, Michael Jordan’la eşitlenmiş olacaktı. Bu, sadece Lakers için değil, Kobe’nin mirası için de büyük bir “ya olsaydı?” olarak kaldı.

Memphis Grizzlies: Rudy Gay

Chicago Bulls v Memphis Grizzlies

Rudy Gay’in kariyeri baştan sona bir “ya şöyle olsaydı?” hikâyesidir. Fizik, şut, izolasyon yeteneği… Hepsi vardı. Ama o “bir tık daha fazlası” hiç gelmedi. Yıldız değil, sadece iyi bir oyuncu oldu.

Gay, Grit and Grind döneminin Grizzlies kadrosuna perimeter yıldızı olarak eklenmişti. Ancak takım, onun gönderilmesinden sonra tavan yaptı. Gay nereye gitse ortalama üstü oynadı ama hiçbir zaman elit seviyeye çıkamadı. Eğer Paul George seviyesinde bir iki yönlü skorer olabilseydi, Memphis Batı’nın gerçek şampiyonluk adaylarından biri olabilirdi.

Soru basit: Yetenek kâğıt üzerinde yıldız seviyesindeyse ama sahaya bunu koymuyorsa, o oyuncu gerçekten yıldız mıdır? Rudy Gay bu sorunun canlı örneğiydi.