Anadolu Efes Sezon Ortası Analizi: Kas Hafızası Geri Dönecek mi?

21/Ara/20 11:58 Aralık 21, 2020

admin69

21/Ara/20 11:58

Eurohoops.net

Lacivert-Beyazlılar, Avrupa’nın en büyüğü olma yolunda sezonun ilk yarısında neleri doğru neleri yanlış yaptı? Eurohoops Fırın detaylı bir bakış atıyor.

By Semih Altınbaş / info@eurohoops.net

Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Turkish Airlines EuroLeague’de 34 haftalık sürecin 15 haftalık bir dilimi geride kalırken temsilcilerimizin raporlarını Eurohoops Fırın sizler için dosyalıyor.

Bugünkü konuğumuz geçtiğimiz sezonki mükemmel performansın ve tartışmasız şampiyonluk favoriliğinin ardından 2020-2021 takviminde zor bir dönem geçiren Anadolu Efes oluyor.

Ergin Ataman’ın lacivert-beyazlı öğrencileri 15 haftanın sonunda 7 galibiyet – 8 mağlubiyetle yoluna devam ederken son 4 maçından galibiyetle ayrıldı. Son 2 sezonun flaş takımı Efes, aynı bütünü yeni sezonda da korumasına rağmen uzunca bir sürenin ardından playoff potasının dışında kalarak tüm kıta genelindeki EuroLeague izleyicilerini şaşırttı.

Yalnızca 28 hafta boyunca oynanabilen 2019-2020 sezonunda 24 galibiyetle ve unutulmaz deplasman galibiyeti serisiyle damaklarda mükemmel bir tat bırakan takım nasıl oldu da playoff mücadelesi vereceği bir puan konumuna geldi? Ya da geçen sezonki bu mükemmel ötesi performans şimdiki takım üzerinde bir baskı oluşturmalı mı? Efes‘in teknik-taktik değerlendirmede göze çarpan artıları ve eksileri neler?

Hazırsanız başlayalım…

Yeni Ataman Döneminin Hikayesi

ataman

Herkesin bildiği üzere Anadolu Efes, takım halinde muhteşem performanslarla dolu 2 sezonun ardından kadrosunu bozmadan ve üstüne bir de ekleme yaparak yoluna devam etti. Bu istikrar hem saha içinde hem de saha dışında öyle bir karşılık buldu ki, lig sonunculuğundan gelen kulüp bir anda yeniden şahlandı ve belki de tarihinde Avrupa kupalarında hiç olmadığı kadar iddialı bir konuma geldi.

Bu başarıda pay sahibi olan herkes övgüyü sonuna kadar hak ediyor. Bu noktada en başta da koç Ergin Ataman’ı anmak gerekir zaten. Efes’i devraldığı noktayla günümüzde Efes’in Avrupa’da yaratmış olduğu itibar birbirinden çok farklı. Hatta bundan 10 sene öncesine göre, 20 sene öncesine göre de çok farklı.

Çok banal bir edebiyat geliştirmenin kimseye bir faydası yok, hiçbir zaman da olmadı fakat yıllardır Naumoskili Efes koçuyla, oyuncularıyla nasıl anılıyorsa ileride de bu takımın -her ne kadar henüz somut bir uluslararası başarıya ulaşamamış olsa da- zihinlerde çok büyük yer edineceğini bizzat yaşayarak deneyimleyeceğiz.

Şimdilik yapılması gereken şey 15 haftada 7 galibiyetle ligin 10. sırasında oturan takımın şimdiye kadarını, şimdiden sonrasını tartışmak.

Anadolu Efes sezona hiç beklenen girişi yapamadı. Burada bir yanlış anlaşılma olması muhtemel, bunu “Efes’ten sezona müthiş bir başlangıç bekleniyordu” şeklinde bir algı oluşturmak adına söylemiyorum. Hele ki Shane Larkin’in sakatlığı ve Vasilije Micic’in fiziksel durumu göz önünde bulundurulunca bu tarz bir beklenti içine girmek hayallerin ölü doğmasını sağlardı. Ancak yeni sezona girerken -geçen sezonu şampiyonsuz kapatmış olmamıza rağmen- son şampiyon muamelesi gören bir takımın daha fazla reaksiyon vermesini beklemekte beis yoktu.

Aslında Efes’e bu muameleyi yapmak da çok büyük bir haksızlık ve beklentiyi gereksiz yükseltecek bir tutumdu. Neticede sezonun daha oynanacak 6 normal sezon haftası ve playofflar üzeri Final Four’u vardı. Henüz hiç kimse şampiyonluk kupasına dokunacak seviyede değildi. Ama seyirci nezdinde bu tavrı oluşturan olgu da zaten tam olarak bir “Efes şampiyon olacak” eminliği değil, “Efes bu oyunla şampiyon olur” güveniydi.

Çünkü sahada öylesine güven veren bir takım vardı. Bu final oynadıkları sezonda da vardı ancak geçen sezon özellikle deplasman maçlarında çok daha perçinlenen bir hissiyat oldu. Kimsenin izlemekten sıkılmadığı, kötü gidişatta bile umut edecek bir şeyler çıkarmayı başaran bir cevher…

Bu bakımdan Ergin Ataman Efes’inin hikayesinin ilerleyiş ve itibar bakımından, Zeljko Obradovic Fenerbahçe‘si ile de çok benzeştiği kanaatindeyim.

O hikaye tam ortasında mutlu sona ulaştı. Belki bu hikaye de ulaşır, onu bilemeyiz. Ancak bildiğimiz ve Türkiye’deki 2 büyük takımın son yıllardaki başarısıyla daha da anladığımız bir şey var ki; basketbol takımlarının kurulumu aşamasında karakter kriterlerine uygun isimler tercih etmek gerçekten çok büyük meziyet ve başarıların asıl anahtarı.

Bu karakter kısmı illa hep iyi karakterlere sahip olanların kazanacağı sanrısıyla gelişen Pollyannacılığa tabi tutulmamalı. İspanyol basketbolcular bizim buralarda hep çok ünlüdür. Adları sık sık anılır. Baktığınızda çok büyük zaferler kazanmışlardır çünkü hayatın her alanında böyle. Zafer elde etmek bir karakter, bir özveri ortaya koymak işidir.

Özveri

Bilirsiniz, “her şey o perdeye erken çıksaydın, o eşleşmeye öyle mi hücum edilir” şeklinde işlemiyor. En azından son 2 buçuk sezonun Efes‘ini bu yarım sezon üstünden anlatmak üzere buluştuysak mutlaka bu tarz şeylerden bahsetmemiz gerekecektir. Bundan kaçış hiçbir zaman yok. Bu işlerin bir duygusal tarafı da var.

Lacivert-Beyazlılar gerçekten de kolay bir dönem geçirmedi. Bunun arkasında çok fazla sebep var. Öncelikle sakatlıklar var zaten. 2019-20 sezonunda öylece akıp giden bir takımın sakatlıklarla bu denli acı karşılaşması aslında onların da her yapı gibi dağılabilecek bir yapı olduklarını ve üzerlerinde böyle bir baskı oluşmaması gerektiğini, artık rüyadan uyanılmasının lazım geldiğini açıkça ifade ediyor.

Çünkü rakipler artık geçen seneki rakipler değil. Sezon başında benim de aralarında bulunduğum çok büyük bir kesimin yaptıkları hamlelere anlam veremediği Bayern Münih’in nasıl bir basketbol ortaya koyabildiğini ve bunun karşılığını da söke söke alabildiğini görüyoruz. Avrupa’da bu iş hiçbir zaman “en kaliteli kadrosu olan kazanır” işi olmadı.

En iyi şablonu hangi koç oluşturduysa ve beraberinde bu şablonu sahaya yansıtma ve mücadele etme noktasında hangi oyuncu grubu en büyük özveriyi gösteriyorsa kazanmasa bile kazanan onlar olur. Geçen sezonun Efes‘i de ancak böyle açıklanabilirdi.

Geldiğimiz noktada görüyoruz ki; İstanbul ekibinde özveri olarak büyük bir eksilme yaşanmıyor. Hatta oyuncuların istekliliği bu 15 maçın önemli bir kısmında karşımıza umut verici bir şekilde çıktı. Maccabi Tel Aviv maçında Rodrigue Beaubois ve Tibor Pleiss’ın (özellikle Pleiss, Dunston‘ın yokluğunda bileğindeki sakatlıkla) gösterdikleri mücadeleyle takıma maçı kazandıran 2 isim olmaları örnek gösterilebilir. Efes cidden hâlâ ışık veriyor.

Akıl ve Konsantrasyon

Bu özveri sayesinde Efes bu zor dönemde ayakta kalmak adına net cevaplar veriyor. Özveri, istek demişken bu da her daim konsantrasyonları en üst seviyede demek değil. Oyundan çok düştükleri anlar oluyor. Bu sezon bunlar normal gözükebilecek şeyler ancak Efes rakamlara yansıması olarak ne kadar az top kaybı yapıyor gibi gözükse de (maç başına 11.6) çok tembel anlarda kaybedilen ve telafisi olmayan topların başlarına iş açtığını defaatle görme şansımız oldu. İstatistik hesabına göre yol kat edecek olursak geçen sezondan sadece biraz daha fazla top kaybı yapıyorlar. (11.4)

Özellikle de Efes‘in yıldız oyun kurucusu Vasilije Micic, topu taşıyan ve ona yön veren bir isim olarak oyun konsantrasyonunu kaybettiği zaman bu sezon hiç olmadığı kadar büyük yaralar açıyor.

Akıllı oynama olgusu geçtiğimiz dönemde Anadolu Efes‘in en büyük silahı konumundaydı. Öyle ki, sahada izlediğimiz o takım koçun çizdiği stratejiyi uygulayamadığı anlarda çözümü kendi içinde üretir ve hiç olmadık yerlerden ummadık anlarda sevinecek bir şeyler yaratırdı. Bu da genellikle Krunoslav Simon‘un elinden gelen katkıların oluşturduğu bir bütündü.

Şimdi baktığınızda takımın en formda oyuncusu Krunoslav Simon. Onunla başlayan Efes hücumları genellikle daha iyi ve özgün bir plan çerçevesinde ilerliyor. Olmayacak bir şey değil bu, elbette olur ancak nasıl Bobby Dixon‘ın bu kadar ön planda olduğu bir Fenerbahçe izlemek 2020 yılında garipse Simon için de aynısı geçerli sayılabilir.

Büyük bir Krunoslav Simon hayranıyım ve her zaman onu izlemekten keyif duydum ancak Efes’in gerçeklerini de göz ardı etmemek gerekiyor. EuroLeague’de saha içi lideri Simon – Beaubois olarak gözüken, yan parçası Micic – Larkin olan bir yapılanma olarak başarıya ulaşma imkanınız yok. Çünkü Simon – Beaubois ikilisi kariyerinin çok büyük bir bölümünde kritik bir yan parça olarak hareket etti ve özellikle Simon bu yaştan sonra da bundan fazlasını verecek durumda değil.

Onu alışık olduğumuz profilde izlemeye Micic ve Larkin’in verimsiz olduğu süreçte ne kadar devam edersek Ergin Ataman’ın kadrosu adına eksi yazmaya o kadar devam edecek. Bunun sebebi de ana parçaların yeterince iyi işlememesi olarak göze çarpıyor. Bugün Efes’in en büyük sorunu sakatlıklardan da öte budur.

İstikrar

Vasilije Micic ve Shane Larkin bir ikili olarak son 2 yıllık süreçte hayatlarımızda çok önemli yer edindi. Birçok yazıda onları EuroLeague’in eski model efsane ikililerine benzetmiştim, genel olarak bu tavrımın hâlâ da arkasındayım.

Şahsi olarak da Micic’i çok beğendiğimi çok fazla ifade ettim. Benim açımdan tüm özelliklerini değerlendirme kıstasına dahil ettiğimiz zaman bir basketbolcu olarak Larkin’e göre daha önde. Hatta Micic’in takıma ne kadar büyük zararlar verebildiğini de içinde bulunduğum bazı tartışmalarda kabul etmiyordum. Ancak yeniden baktığım zaman görüyorum ki, o defektleri kapatacak kadar derin ve iyi bir Anadolu Efes var olduğu için ben o defektleri kabul edemiyormuşum. Bu da büyük bir coaching meselesidir ve Ergin Hoca’yı yeniden anmak gerekir.

Vasa’yı çoğu zaman yeteri kadar konsantre bulmuyorum. O konsantrasyonunda bir istikrar yakalamadığı zaman bu oyununa çok acı şekilde yansıyor ve sahada ne yaptığını bilmeyen bir oyuncu görüyoruz. Halbuki kendisini takımını yönetmeye odakladığı zaman onun ligin en büyük yıldızlarından biri olduğunu da biliyoruz.

Micic’in 9 sayı – 6 asist yaptığı bir maçta verimli oynadığını düşünebilirsiniz. 20 sayıyla oynadığı bir maçta verimsiz olduğunu da düşünebilirsiniz. Yani onun cevheri kastığı istatistikte değil, sahada ne gördüğünüzde saklı. Yeteri kadar izlemeden tanınacak bir oyuncu değil.

Öte yandan bu sezon üzerine binen yükün ağırlığı ve bunu taşımakta zorlanmasının son derece normal oluşu sebebiyle onunla ilgili çok keskin ifadeler kullanmaktan da geri durmak gerekir. Sezonun ilk 3 ayında birbirlerinin açıklarını kapatacak bir Micic – Larkin ikilisini hiç izleyemedik desek yeridir. Bunun yerine yan parçaları Simon ve Beaubois’nın mücadelesiyle bir şekilde yama yapan bir Efes vardı 15 haftada.

Fizikli bir oyun kurucu her zaman için takımı adına bir avantaj oluşturur. Micic bunu baştan ayağa oluşturuyor. Perdeyi aldıktan sonra içeriye hücum edişi ve mutlaka bir şeyler çıkarışı Anadolu Efes‘in belki de hücumda sırtını yasladığı en büyük planlardan.

İçeriye girip pozitif bir şey çıkaramasa dahi Ergin Ataman sistemlerinin vazgeçilmez gerçekleri olan köşelere kurulu oyuncuları bulduğu anlardan Lacivert-Beyazlılar ciddi manada ekmek yiyor. Tabii bunlar sürekli hale geldikçe de sürekli aynı şeyleri izliyormuşuz hissiyatıyla bu sefer olumsuz olarak anacağımız isim yine koç oluyor.

İstikrar demişken konuyu Vasa’dan biraz uzaklaştırıp takım geneline yaymak lazım. Efes‘in geçen sezona nazaran maç başına ortalama 4 ribaund daha az aldığını görüyoruz. James Anderson, Chris Singleton gibi forvet oyuncularından alışık olduğu ribaund katkısını daha baskın biçimde almadığı takdirde, yani bunu eski istikrarına oturtmadığı takdirde işleri rayına oturtmanın da çok kolay olmayacağı belli. Takımdaki birçok şeyi istikrara oturtmanın yolu da Micic’in partnerini işin içine dahil etmekten geliyor.